İnsanın fikri o kadar da değişir mi? Değişiyor valla zamanla. 30-35 yaşlarında sanıyorsun ki büyüdüm, kocaman oldum. Artık aklım fikrim oturdu, ben buyum değişmem. 40 gibi değişiyorsun, 45 gibi tekrar değişiyorsun…
Muhtemelen 50 de yine değişiyorsundur…
Ben bir türlü değişmeyen, hala aynı şeyleri yazıp, çizip anlatan insanları ondan anlayamıyorum sanırım. Düşünsene, yav insan hiç mi ilerlemez, gelişmez, değişmez. Olacak şey mi?
Muhtemelen otuz küsürlü yaşlarımdaydım, asla estetik yaptırmam, “böyle kaliteli bir şekilde kırışma kararı aldım” diyordum. Hani böyle her çizgi bir anı, her derin hat bir yaşanmışlık falan. Evet, 30 yaşımda o hat yokken böyle üfürmek kolaymış. Şimdi o hatlar çıkınca bakış açın değişiyor valla. O yüzden vallahi de billahi de bakıyorum estetik olayına nasıl girmeli, ne zaman gerdirmeli, nasıl gerdirmeli, nelere dikkat etmeli falan. Korkuyorum da evet, insan düşünüyor, ya çok kötü olursa?… Ama yani kırış kırış da kötü olacak o zaman bari gergin ve kötü olsun diyorum. Ne yapayım? Hem belki çok güzel olur belli mi olur? 50 gibi gerdiricem sanırım cesaret edebilirsem. 52 en geç… Ennn geç 55… Yapacam ama…
Mesela anne bebek yazıyordum bir dönem. Şimdi yani … Öff… Canım ne isterse onu yazıyorum artık ve istemezse de yazmıyorum. Ben yazdığımda okur benim cidden onunla mektuplaştığımı biliyor. Bu satırları hiçbir zaman reklam veren böyle içerik bekler diye ele almadığımı da. Bebek bezci bana eşantiyon versin ben de gittigidiyor’da satayım diye sana hala on sene önce yazığımı yazamam sevgili okur. İnsaf… Sana da yazık, bana da yazık. Ha bahsediyoruz zaman zaman çocuk gelişiminden falan da mevzu eğer geliyorsa oraya, bir şey varsa. Tek olayımız bu değil haliyle artık.
Yeni, kitaba başladım mesela. Bu değişik olacak gibi hissediyorum. Yazım olarak da değişik, tad olarak da… Sanki yani… Yani bana öyle geliyor. Sarhan’a dedim ki; bu sefer kitap şöyle gidiyor. Ben bir şey yapmıyorum kitap öyle yürüyor. Sarhan dedik ki; seninle birlikte, hayatla birlikte anlattıkların da değişiyor. Hem hep kendini tekrarlamaktan endişe ediyorsun ya, tamam bu da böyle olsun bakalım. Yine aynı tema tabii, öyle korkunçlu ve neşeli yazmayı seviyorum çünkü ama… İlk iki kitap başkaydı, Yatır başkaydı, Sır başka… Bu içime sinerse bittiğinde ve yayıncıma yollarsam beğenip eğer (benim beğenmem lazım önce) bu da başka…
Bir tane yazdım mesela, yarım. Başladım, yazdım yarıya kadar. Sonra durdum. Baktım. Hayır dedim bitmeye yakın bıraktım. Duruyor öyle. Belki döner bir daha bakarım bir güni başka bir kafayla. Başkası tamamlar basar çünkü beğenilsin ya da beğenilmesin üretmiş, bir şey çıkarmış oluyorsun ya… Kitap yazıyorsan her zaman “anlaşılamadım” tribi yapabilirsin. Hem kimler neler yazıp basıyor kıçımla daha iyisini yazarım yani kimse kusura bakmasın da… Ama hayır. Ben 100 sayfa yazar çat diye silerim valla. Benim beğenmem lazım önce. Sen beğenme, ben beğendiysem tamam. Bir de Sarhan… Bir insan her türlü kavgayı göze alıp nasıl kitap eleştirir hakikaten ders niteliğinde. Mesela biz onuncu katta oturuyoruz kendisini böyle Hulk gibi iki elimle havaya kaldırıp camdan atmamış olmam tamamen eleştirilerini ciddiye aldığımdan. Paralarsın yoksa…
Yaşam böyle işte. Değişiyoruz. Hatta şöyle diyeyim değişebiliyorsak eğer ne ala. Değişemediğini düşün mesela. Hala on sene öncedeki kafadasın. Hala aynı şeyleri anlatıyorsun insanlara. Aman diyim, Allah muhafaza.
Mesela diyorlar ki ben yaşlandıkça daha da aksi bir insan olacağını düşünürdüm, sakinleştin.
Sakinleştim evet. Çünkü Mevlevi bir insan oldum diye değil, hayır! Diğer yanağımı uzattığımdan falan değil, asla. Ben insanlardan beklentimi çok aşağı çektim. Çıtayı çok indirdim. İnsanların beni etkileyebilmesinin önüne geçtim bir şekilde. Beni o kadar az ilgilendirir hale geldi ki insan dediğimiz canlı, yaptıkları o kadar az beni bağlamaya başladı ki… Hani şöyle diyeyim, biri gelip benim evimin ortasına sıçmamış böyle “ay şok” falan olamıyorum. Dolayısıyla çok da etkilenmiyorum artık yaşadıklarımızdan. Sakinleşmedim yani, koptum olaydan. Koptuğum için de sinirlenmiyorum artık çünkü bana değmiyor. Pek bir dert ederdim eskiden niye şöyle oldu niye böyle oldu, artık beni ilgilendirmiyor.
Hayat hepimizi değiştiriyor. Değişelim de zaten iyi bir şey, neden değişmeyecek mişiz? Demodeliğin lüzumu var mı gerçekten? Hiç sevmem!
Size de ferahlıklar dilerim. Aklınızın fikrinizin ferah olduğu, olaydan koptuğunuz, beklentilerinizin düştüğü ve dolayısıyla hayal kırıklıklarınızın da tükendiği bir yaşam dilerim.
Başınızı çevirebilmenizi dilerim. Yürüyüp gidebilmenizi.
Eğer hala yoruyorsanız kendinizi insanlarla ve yaptıklarıyla, yakın ya da uzak fark etmez, akraba ya da arkadaş fark etmez…
Değişmenizi dilerim. Değişip dert etmemenizi.
Kınamadan ve aldırmadan yaşamayı öğrenmenizi dilerim. Bir güzel oluyor ki…
Mutlu haftalar dilerim bir de ve mutlu olmak için neye ihtiyaç duyuyorsanız o şeyi.
Beni sokakta bulduğum bir siyah kedi iflah etti.
Kendi siyah kedinizi bulmanızı dilerim.
***
Not: Yazılarımla yeni tanışanlar için bu not (bu notu zaman zaman ekliyorum araya mecburen). Ben yazılarımı konuşma diliyle yazıyorum. Bu çok uzun yıllardır bu şekilde. Newsweek Türkiye’de köşe yazıyordum orada da böyleydi, Hürriyet’te yazıyordum orada da böyleydi, hep böyle oldu. Bu yeni bir durum değil siz benim yazılarımı yeni okumaya başladınız sadece. Bu sebeple “yapıcam değil yapacağım” diye bana düzeltme göndermekle uğraşmayınız, o benim için yaklaşık 17 senedir “yapıcam”.
DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:
www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com
Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server’lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç mehtap’lı adreste yazılarımı güncelliyorum)