YAZ SEZONU TATİLİ

YAZ SEZONU TATİLİ

Tam zamanlı Boyut?

Sana uzun zamandır yapımcımız Hülya Sepken ile maceralarımızdan bahsetmiyorum sevgili okur. Hazır bu hafta, “Melek” programının yaz sezon tatiline gireceği hafta, yani ben tek işte Boyut’ta çalışacağım, program tatil olacak, siz bizi biraz özleyeceksiniz o anlamda… O halde size, “Neler oldu bitti” tadında kısa bir özet geçeyim, ne dersiniz?

Yayında benim bulunduğum kısım bitiyor, ben makyajımı silip normal kıyafetlerimi giyip Boyut’ta gelmek üzereyken, kuliste Hülya ile karşılaşıyoruz…

Hülya: Ve Mehtap huzurlarınızda…

Ben: Ehehehe. Noldu?

Hülya: Makyajını neden çıkarttın? Bu üstündeki bermudanın hali ne, olduğundan şişman gösteriyor! Dışarıda gören, “Aaa bu muymuş, bu ne böyle el bezi gibi sümsük bir şey” diyecek! Burada bir hava bir illüzyon yaratıyoruz, televizyon dünyası böyle, bir sihir yaratıyoruz; sen bunu değil bozmak, üzerine işiyorsun, mundar ediyorsun!

Ben: Hım…

Hülya: Dolanma bu vaziyette!

Ben: …Peki… İşemeyelim illüzyona elbette… Hoş değil elbet…

Hülya: İşeme!

Hülya ile Star TV güzellik yarışmasını izlemek üzere Lütfü Kırdar Kongre Merkezi’ne gidiyoruz. O eşiyle geliyor, ben Sarhan’la yoldayım. Yoldan bana mesaj atıyor;

Hülya: Paparazziler falan durdurup sana soru sorarlarsa, “Nur Yerlitaş size şöyle dedi, ne diyorsunuz; bilmem kim böyle dedi ne diyeceksiniz” diye kaşırlarsa cevap verme! Kimseyle polemik yaratma!

Ben: Ehehehehe niyeki?

Hülya: Cevap verme! Yapımcım cevap vermeme izin vermiyor de, daha fazla bir şey söyleme, gülümse! Kibar kibar gülümse! Anırmadan! Kimseye laf sokma, bulaşma! Anladın mı?

Ben: Ama biri bana laf soktuysa bana cevap hakkı doğmuş olmuyor mu otomatikman??? O polemik değil, nefs-i müdafa sayılmıyormu otomatikman???

Hülya: Mehtapppp!!!

Ben: Tek cümleyle?

Hülya: Gelince kapıda beni bekliyorsunuz, beraber giriyoruz içeri!

Ben: Peki…

Hep birlikte yemeğe çıkılacak. Hülya son dönemde aldığım kilolardan şikayetçi. Ekrana çıktığında hangi kanalda ekrana çıkıyorsan o kanalın, “Ekran yüzü” olmak diye bir durum varmış, ben de yeni öğrendim; yani derli toplu, edepli (kanalına göre elbette) şık, zarif, hoş, sağlıklı görünmek icab ediyormuş. Bu yemekte de hatrı sayılır pek çok kişi ve bir kısım patron olacak. Hülya gerildi yine, sms üzerinden beni toplamaya çalışıyor.

Hülya: Ne giyiyorsun?

Ben: Ya elbise ya pantolon bluz.

Hülya: Hangi pantolon bluz, hangi elbise* resmini çek gönder?

Ben: Bunlar…

Hülya: Giy öyle resmini çek gönder, askıda ne anlıycam? Popon büyük çıkıyor mu, poponu saklamayı becerdin mi?

Ben: Benim popom büyük değil ki!

Hülya: …

Ben: Hülya? Son attığım mesajı aldın mı?

Hülya: Aldım, bileklerimi kesiyorum şu anda…

Yayına meşhur bir et lokantasının sahibi geldi, bir sürü de et getirdi başladı pişirmeye, anlatmaya. Reklam arası oldu, Hülya alı al moru mor geldi yanıma

Hülya: Mehtap… Yeme artık… Ayıp…

Ben: Yemiycektik de niye geldi etçi? Hayret bişi!

Hülya: Mehtap çenenden yağlar aka aka etleri kemiriyosun, hasta mısın? Yayındayız! Ayıp denen bişi var! Saçmala! Yeme artık! Yuh! Sen kemire kemire et ye diye mi getirdik adamı yayına! Soru sor! Röportaj yap! Bırak tabakları!

Ben: ….Peki… Sabah sabah ağır oldu zaten…

Hülya: 1 kilo et yedin yayında! Ağır olur tabi! Öldürücen beni sen ya! Yeme artık ayıp!

Ben: Peki…

Kızılay, Osman Müftüoğlu’nun bölümünde kan bağışına teşvik ediyor. Bizden birileri kan verecek ama bir sürü şey var. Mesela son birkaç ayda kan vermemiş olmaları, son birkaç ayda ameliyat olmamış olmaları, kan ölçümleri bilmem kaç birim ve üzerinde olması, o esnada grip mrip hasta olmamaları lazım… Ben diyeyim beş siz deyin on sayfa bir liste var; bu listedeki her şeye hayır derseniz kan veriyorsunuz. Biz de sunucular üst üste, hastalıklar ameliyatlar geçirdi falan derken kulisin kapısı açıldı ve Hülya içeri girdi.

Hülya: Hep diyorum ya çok yiyosun falan! Nihayet işe yaradı! Ekipte bir sen domuz gibisin! Kan vereceksin! Kızılay’a bağış.

Ben: Ben vermem kan falan. Yarın öbür gün kan kaybından ölmeye niyetim yok.

Hülya: Nasıl yani?

Ben: Diyelimki bir kaza geçirdim. Kimi 1 saatte kan kaybından ölüyor kimi 3 saatte. Ben kanlarımı biriktiriyorum anacım, beş saat ambulans beklerim. İsterse ambulans Fizan’dan gelsin, mevcut kanla idare ederim.

Hülya: Şaka yapıyosun di mi? Vücut o mantıkla çalışmıyor biliyorsun di mi?

Ben: Ben, o mantıkla çalışıyorum ama nolcek?

Hülya: Ekran yüzlerinden biri kan verecek. Doktor bey siz parmağından kan alın, ölçümü yapın, eğer verebiliyorsa verecek seve seve Kızılay’a kan bağışında bulunacak, mutluluk duyacak, topluma örnek olacak.

Ben: Hiç öyle bişi yok, ahhh, acıdı ya…

Doktor: Eğer 11 çıkarsa verebiliyorsunuz ki siz de 15.5; rahat rahat kan verebilirsiniz.

Ben: Dedim di mi bak! Birikebiliyomuş!

Elbette kan verdim… Seve seve… Çok alem zaman geçirdik bu dönem. Güldük, eğlendik, kavga ettik ama ne zaman arkamı dönsem (ya da gizli gizli bir şeyler yemeye çalışsam) Hülya ve Melek Abla oradaydı. Bu da hem yorgunluğu hem uykusuzluğu daha çekilir yaptı. Bu haftadan sonra yarım gün gelebildiğim Boyut’a yeniden tam gün gelmeye başlıyorum.

Çalışma arkadaşlarımın ve patronlarımın sevinç çığlıklarını duyar gibiyim…