YAŞ İLE SAVAŞMAK

Yaş ile mücadele etmeye çalışmak ne zor sevgili okur. Zamanla savaşmak ne zor, ne kadar zor. Bak ben sana anlatmaya çalışayım ama sen de anlamaya çalış olur mu?

 

Bahsettiğim şey kırışıklar, çizgiler, kaz ayakları değil. Bir noktaya kadar, şıklığını yitirmeden, bunlarla mücadele edebiliyorsun. Ufak tefek müdahalelerle yaşanmışlıkları “yaşanmadı” gibi göstermek mümkün olabiliyor. Bu noktada, hani bir yere kadar, endişeye mahal yok. Basıyorsun parayı alnın cillop gibi oluyor mesela.

 

Ben konunun savaşmalı kısmından bahsediyorum. Metabolizma yavaşlamış, yaş kırkı aşmış. Bir parça pide yiyeyim desen ya da gönlün bir dilim brownie’ye kaysa ağzına attığın beline simit oluyor. Yediğin içtiğin konusunda dikkatli olmak zorundasın. Ve sadece estetik görünmek için değil bu. Dizlerin eklemlerin ağrımasın diye, iki adım yürüyeceğin zaman üzerinde gereksiz bir 20-25 kilo taşıyıp kalbini yorma diye…

 

Spor yapıyorsun mesela, etlerin acıyor artık kendini itmekten, hakikaten yirmili yaşlarında olsan bu çalışmaya Victoria’s Secret meleği gibi görünürsün ama etlerini tekrar şekillendirmek o kadar da kolay olmuyor ilerleyen yaşlarda işte. Ve en zoru kendini etlerin acıya acıya itmek de değil, o kadar itmeye yüzde elli performans aldığını görüp vazgeçmemek… Zor olan, esas direnç göstermen gereken bu. “Amaann be” demeden, yirmili yaşlardaymışsın gibi işe yarayamayacağını bile bile kendini itmeye devam etmek zor.

 

Zaman “bilgelik” anlamında, tecrübe, yaşanmışlık, görmüşlük anlamında BAĞZILARIMIZA dost olurken aynı zamanda üzerimizden tır gibi de geçtiğinden, vücutlar kafalara uymakta zorlanabiliyor yavaş yavaş. Senin beynin koşuyor ama dizlerin ağrıyor aslında.

 

Ben –özellikle son üç senedir- elimden geldiğince sağlıklı yaşamaya, düzenli spor yapmaya ve güzel beslenmeye dikkat etmeye çalışıyorum. Geçen kocamla konuşuyoruz, dizimde buz torbası,  o da yazık bana kas gevşetici arıyor evde, doğru esnememişim boynumu çeviremiyorum, kazık gibi kalmışım. “Yaşına göre iyisin” dedi bana. Doğru. Kendi yaş grubumda iyiyim. “Kendi segmentimde” özbakım ve istikrar anlamında başarılı olduğumu söyleyebilirim. Benim derdim bu değil zaten.

 

Merakım şu; Ne zamana kadar?

 

Sevgili okur, sağlıklı bir figür, düzgün hatlar, estetik çizgileri vücudunda koruyabilmek her geçen gün daha zorlaşıyor. Her geçen gün bir önceki aydan, yıldan daha çok çabalamak gerekiyor. Her geçen gün daha çok zorlanman gerekirken her geçen yıl daha yorgun ve yaşlı oluyorsun haliyle, yaşlar geri değil, ileri gidiyor. Nasıl olacak? Ne zamana kadar? Yani vücut dediğiniz şey öyle nankör ki biraz salsan g*t göbek bir tarafa atıyor kendini. Popoyu o noktada ne zamana kadar tutmak mümkün, midenin iki yanından inen çizgiler daha ne kadar kalır orda?

 

Şart mı? Valla sevgili okur senin için değilse afiyet olsun, yarasın, yemene bak. Yay popoyu yat, ne ala. Ama benim için bir şeyin nasıl göründüğü , benim nasıl göründüğüm önemli. Bir bluz, pantolon alırken bile evirip, çevirip seçen bir insanın kendi bedenine nankör olması benim çok da kendimi rahat hissettiğim bir nokta değil. Yemek söylediğimde bile tabağın belli bir şıklık içinde hazırlanmış olmasından hoşlanan insanların karnı kucağında oturduğu halde kendilerini çok da mutlu hissetmeyeceği bence çok açık. En azından benim için böyle.

 

Bu zamana kadar fazla bir çaba göstermem gerekmeden, gençliğin de etkisiyle geldim belki ama bundan sonrası için aynı lüks artık yok, ciddi emek gerekiyor.

 

Öte yandan bu ne kadar devam edebilir, bu kadar zamana karşı, doğaya karşı, bünyeye, yaşa karşı bir savaş ne kadar sürebilir onu da bilmiyorum.

 

Hayatımın enteresan bir dönemindeyim.

 

Ve fark ettim ki ne bundan beş sene önceki gibi bakıyorum hayata ne de on sene önceki gibi. Sadece vücudumuz değil, beynimizde değişiyor, bu net.

 

Bundan beş sene sonra nasıl düşüneceğimi, nasıl hissedeceğimi, nelerden endişe edip neyi merak edeceğimi kestiremiyorum bile.

 

Hayat çok enteresan bir macera aslında.

 

Ve ben her birinize, kendisiyle mutlu ve sağlıklı bir yaşam yolculuğu diliyorum.