Bu hafta sana çocuğuyla arasındaki kordonu kesememiş anneler hakkında bir yazı yazacağım sevgili okur. Adam tıraş oluyor, o yaşa gelmiş, annesi kordonu kesemediği için lavaboya yanaşamıyor ama bir türlü… O derece… Diyeceksiniz ki şimdi “Sana ne? O da onun anneliği”. Vallahi bence de ama ondan bana ne şundan bana ne ben ne yazıcam size her pazartesi güzel kardeşim? Bu da can değil mi? Kaç sene oldu bak? Arada beni hiç ilgilendirmeyen özel ilişkilerinize de karışmayacaksam ne yapayım? Karnıbahar tarifi mi vereyim bu sayfada size?
Şimdi “sen anlamamışsın bizim hislerimizi, az empati yap” falan diye gelecek şirret okurun önünü kesmek üzere baştan söyleyeyim, empatinin Allahını yaparım ben. Benim çocuğum dört yaşındayken bana “bağımlı anne” teşhisi konmuş. Haftada bir gün (her Çarşamba) çocuğu anneme bırakıp bir saat için evden çıkma egzersizleri falan verilmiş! Ben onda da evden çıkmışım ama sokak kapısının önünde oturup beklemişim annem ararsa hemen dönebileyim eve diye falan. Evlada yapışıp kalmak ne demektir ben bilirim.
Bu arada biraz gerginim farkındayım, bizim burada kediler zehirlendi ya, içime gömdüğüm manyak alt kişiliğim “ben lazım mıyım?” minvalinde şöyle bir ayaklanmak üzere… Kontrol etmeye çalışıyorum kendimi! Neyse…
Madem empati dedik kısaca başa dönelim, malum benim yazılara yeni kitaplarla başlamış okur evveliyatımızı bilmiyor olabilir. Benim komikli diyaloglar yazmamın yanı sıra anne-bebek-çocuk konularında da yazı yazmam o zamanlara denk gelir. Oğluma yapışıp kaldığım zamanlar yani. Bir nevi “merhaba dünya, ben Mehtap, galiba deliriyorum” gibi bir şeydi sanırım. Çünkü hamileyken hamileliğimin son haftasına kadar çalışıp, doğumdan üç ay sonra işe dönebileceğini düşünerek doğum iznine çıkmış, işe döndükten sonra yapacaklarını projelendirmiş bir kadınken ben, hemşire oğlumu getirdi ve bende bir şey çıt etti.
Oluyor o bana bazen. Böyle kablolar mı yerinden oynuyor, yerinden mi çıkıyor bilmiyorum ama benim ayarlar bir kayıyor zaman zaman. O gün Atahan’ı kucağıma aldım ve bir şey oldu. Çocuğa yapıştım…
Hemşire: Bezini değiştirmek için bebek odasına alabilirim Atahan’ı
Ben: Hayır!
Hemşire: Siz dinlenmek, uyumak isterseniz bebek odasına alabilirim Atahan’ı birkaç saat için
Ben: Hayır! Oğlumu bu odadan hiçbir şekilde çıkarmayacaksınız. Her ne yapılacaksa benim gözümün önünde yanımda yapılacak!
Travma no 1: İnsanlara bir şeyi bir kere söylediğimde anlayacaklarını umduğum dönem bu. Bu dönemden sonra her şeyi on kere (en az) söylemeye başladım. Çünkü belli ki bir kere de anlaşılamıyor!
Gece ağrıyla uyanmış olmalıyım (malum sezaryen) hemen yanımdaki bebek yatağına döndüm ve oğlum yok. Böyle bir şey olabilir mi? Oldu! Normal bir insan ne yapar? Yanında yatan kocaya içerdeki odada yatan anneye falan seslenir di mi? Hayır! Ben yataktan inip çocuğumu bulmaya karar verdim. Bu arada hemşireler yataktan henüz ineceğime ihtimal vermemiş olmalılar ki yatak sedyeden direkt geçirildiğim ayarda kalmış. Yani en yüksek ayarda. Ben yataktan inmeye çalışırken (zaten iki büklüm bir durumdayım dikişlerden) düştüm sevgili okur. Ve kalktım ve duvarlara tutunarak odadan çıktım. Evet, sevgili babamız uyuyor bu esnada çünkü o bile böyle saçmalayacağıma ihtimal vermiyor olmalı.
Ben bebek odasına doğru gidiyorum ama dikişlerimin açıldığını da hissediyorum çünkü kanıyor çünkü sızıyor resmen ve fakat bu da beni durduramıyor. Hayır, bağırsakları yerden toplayıp omzuma attığım gibi alacam çocuğumu geri. Böyle bu! Mani olunamaz! Bebek odasına varıyorum, kapıyı çok sert çalıyorum, hemşireler koşarak geliyor ve sonrasında ben hayli öfkeleniyorum.
Çünkü ben oğlumu almayacaksınız demedim mi?!!!!
Demedim mi?!?!!!
Sonra hemşire diyor ki tamam sakin olun sizi odanıza götürelim ben hemen getiriyorum bebeğinizi. Ben diyorum ki bebeğimi derhal getir bana, şimdi!
Kucağımda bebeğim, neredeyse sürünerek odama dönüyorum. Bir daha da oğlumu yanımdan alamıyorlar. Olaylar bundan sonra benim her geçen gün Atahan’a daha da yapışmamla devam ediyor. İşten istifa ediyorum, kimselere elletmiyorum, eve misafir çağırmıyorum çünkü çocuğuma zarar gelebilir, mikrop geçebilir, nazar değebilir falan… Atahan’ın oyun grubuna başlaması bir mesele, ben kapıda bekliyorum sürekli, yuvaya başlaması bir mesele, ben kapıdayım yine… Sürekli yuvanın çevresindeyim bir şey olursa diye çünkü çocuk dört yaşında, beş yaşında… Yaşıtlarıyla sosyalleşmesi lazım diyorlar, tamam sosyalleşiyor, siz gelemezsiniz diyorlar tamam gelmeyeyim diyorum ama sokak kapısının önünde zangoç gibi bekliyorum. Her şeyi inceliyorum. Ne veriliyor, ne yeniyor, nerden geliyor, neyin içinde sunuluyor, tuvaletler nasıl, camlar nasıl, öğretmenler kim, nereden mezun, kaç yaşında, evli mi, tecrübeli mi… Her şeyi inceliyorum, heeerrrr şeyi kontrol etmeye çalışıyorum.
Çocuğunu annaneye, babanneye bırakıp gezmeye, düğüne, tatile giden insanlara şok oluyorum.
Bu arada okuyorum tabii deli gibi. Yabancı kaynaklar okuyorum, yayınlar takip ediyorum ve bir gün davranışlarımın aşırı olduğu gerçeğiyle yüzleşiyorum. Ve diyorum ki kendime ne kadar çabuk çeki düzen verirsem hayatımız o kadar normalleşecek. Bunun üzerine çocuk pedagoğundan destek almaya başlıyorum. Neden pedagog? Çünkü psikolog ya da psikiyatrist beni toplamak adına çocuğu yıpratacak bir yönteme başvurursa diye… Pedagog önce çocuğu düşünecek, onu yıpratmadan beni fabrika ayarlarıma döndürecek.
Bu kafadayım yani sevgili okur, oralardan geldim buralara ben.
Yani anlarım o kordonu kesemeyen yapışmış anayı, anlıyor musun? Ben anlarım!
Ama yapmayın!
Çocuklarımız büyüdü, hadi o zaman yapamadınız bari şimdi toplayın kendinizi. Kızlar makyaj yapıyor, oğlanlar traş oluyor, eşek kadar oldular. Bizlerin ana baba olarak onlarla birlikte okula kayıt yaptırmamızın doğru olmadığı görüşündeyim ben. Lise seviyesindeki çocuklarımızın teneffüste arkadaşlarıyla takılırken kafalarını çevirdiğinde annelerini orada görüyor olması, annesi okulda öğretmen değilse normal bir durum değil. Var öğretmen arkadaşlarımız onlar bile çocuklarından uzak duruyorlar okulda, kendi sosyal hayatlarını kurmalarına özen gösteriyorlar, yanaşmıyorlar çocuklarına. Bizlerin çocukla birlikte okula başlayıp heeerrr organizasyonun, heeerr atraksiyonun içinde olması, çocuğun lise anılarının içine böyle kafakol dalmak ne kadar doğru bilemiyorum.
Çocukların kendi çözmesi gereken her meselesini onların adına çözmek, onların bu kadar iç işlerinin içinde, hayatlarının başrolünde olmak bana çok doğru gelmiyor.
Çünkü büyüdüler. Kendi sosyal yaşamlarını kurmaları, kendi anılarını yaratmaları gerekiyor.
Bu demek değil ki iplerini üstlerine salalım. Hayır dediğim o değil. Hele ergenlikte kötü arkadaşlıklar kurmasınlar, kötü alışkanlıklar edinmesinler diye gözlerimiz üzerlerinde olacak. İlgilenicez, konuşucaz, akıl vericez, uyarıcaz, sevicez. Birlikte zaman da geçiricez, beraber sinemaya, konsere gidicez. Benim dediğim çocuklarla birlikte okula yazılmak. Sosyal medyadan çocuğun arkadaşlarının tamamını takip etmek, sürekli bir vesilelerle çocuğun etrafında olmak, bu kadar “aktif anne” olmak koca koca insan oldukları bu noktada çok iyi olmuyor. Çocuklar da zor durumda kalıyor akranlarına karşı.
Hiçbirimiz hayatta çok dengeli ve kontrollü olmak zorunda değiliz. Elbette rotamız kayacak, yanılacağız. Önemli olan durumu teşhis edip, “bu doğru olmuyor galiba” diyebilip davranışlarımızı yeniden biçimlendirmeye gönüllü olmak.
Bu çocuklar şundan çok kısa bir zaman sonra üniversiteye başlayacaklar, o zaman nasıl olacak? Oradada mı yemeğini yanında yollayacaksınız, rektörü arayıp “sandalyeler rahat değil galiba” mı diyeceksiniz? Bölümdeki diğer öğrencilerin annelerinden whatsapp grubu kurup “Doçent bilmemkim derse girmiyormuş hep asistanı derse giriyormuş, iyi öğrenemiyorlar” mı yazacaksınız? Nasıl olacak?
İşe girdiklerinde nasıl olacak? Evlendiklerinde nasıl olacak? Yeni “projelerimiz” gelinlerle damatlar mı olacak?
Çocuk olduğunda her şeyden elini çeken anne, tek işini çocuk yaptığında çocuk büyüdükçe boşa çıkmaktan ya da kendini işe yaramaz hissetmekten endişe ediyor. Haklıdır. Ama çözüm çocukla liseye yazılmak değil kendine başka meşgaleler bulmakta olabilir sanki.
Daha önce katıldığım bir söyleşide dediğim gibi; yap-işlet-devret modeli annelik bana göre değil. Hala değil. Elbette benim müdahil olduğum konular var.
Bununla birlikte sırf ben doğurdum diye çocuğumun hayatının her anında olmaya çalışmamın ikimize de bir faydası olamayacağını –şükürler olsun ki- çok önce keşfettim.
Yapışmayın çocuklarınıza arkadaşlar.
Ben diyorum bunu size hem de, ben ben, Bihteriniz…
Yanlışla yüzleşmekten korkmadığımız ve önce kendimize dürüst olabildiğimiz bir hafta dilerim.
**
Not1: Sevgili yeni okur, ben yazılarımı konuşma diliyle yazıyorum. “Yapacağım” yerine “yapıcam” gibi… Bu diyalog yazarken kullandığım bir teknik, böyle başladı böyle gidiyor.
Not2:DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:
www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com
Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server’lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç mehtap’lı adreste yazılarımı güncelliyorum)