Merhaba sevgili okur, bu hafta sana tüm içtenliğimle hem kendi tecrübelerimizden hem de arkadaşlarımın yaşadıklarından yola çıkarak bir takım durumlara bakış açını güncelleyecek bir şeyler anlatmak istiyorum. Hazır mıyız? Başlayalım.
Çocuklarımızın küçük olduğu dönemde hep ne kadar korumacı, ne kadar çocuklarımızın başında/çevresinde/tepesinde olduğumuzla eleştirildik değil mi? Bizler, yani Türk anneleri hep şöyle tenkit edilmedik mi? “Yabancılar çocuklarını ne kadar serbest bırakıyorlar, kendi başlarının çaresine bakıyorlar” falan…
Bu denilen ilk yıllar için doğru. Bizlerin, özellikle çocuklarımızın ilk altı yılında daha korumacı, kollayıcı olduğumuz tartışılacak bir şey değil. Milletin çocuğu solucan yerken biz aman aman düşmesin falan diye dolaşıyoruz.
Ve sonra işler çooook değişiyor.
Bizim çocuklar yabancı okulda okuyorlar ve haliyle bir şekilde sürekli Fransa’ya gidiyorlar ve orada da bir bahaneyle okuyorlar. Yaz okuluydu, dil okuluydu bir ayakları sürekli yurt dışında. Bu okullar dil okulu olduğundan dünyanın her yerinden Fransızcasını geliştirmek isteyen gençlerle bir araya geliyorlar. Aynı şey diğer ülkeler için de geçerli tabii. İngiltere’ye Amerika’ya, Kanada’ya gidiyor gençlerimiz. Kim nerede okuyorsa yazın ona göre kendine bir program ayarlıyor genelde. Biz çocukları bu ülkelere tek yolluyoruz. Aile yanında da kalıyorlar, yurtta da kalıyorlar.
Önümüzdeki yıldan itibaren şehirde bir okul ayarlıycaz ve muhtemelen otelde kalacak veya bir daire tutulacak ve orada tek kalacak çünkü…
Çünkü yabancılar bizim çocuklara çocuk muamelesi yapıyorlar ve bu bizimkilere çok ters geliyor. Resmen olan bu.
Türkiye’de yetişmiş, şehirde büyümüş 16-17 yaşında adamlara “10:30” da ışıklar kapanacak falan diyor bu yabancılar. Hadi şimdi şekerleri çubuklara takıp eriterek yiyelim, woowwww diyorlar… Ve olmuyor tabii…
Hayır, yeterince içindeyiz bu işlerin, konu sadece “kurallar kurallar” değil, çocuklara çocukken yetişkin muamelesi yapan bu yabancılar yetişkin olduklarında “kural” adı altında çocuk muamelesi yapmaya başlıyorlar.
Bizim çocuklar burada, Türkiye’de bir özel üniversitenin yaz okuluna gittiler. İçeri girmeden önce parmak izleri alındı, kapılar parmak okumayla açılıyor, yurtta kaldıklarından içeri öyle girip çıkıyorlar. Kontrol olayımız şöyle oldu; çocuklar sabahtan derslere giriyor, öğlen yemek yiyorlar, sonra okulun gym’inde takılıyor veya basket oynuyorlar, sonra duş alıp yemeğe çıkıyorlar, eğer saat 22:00 olduğunda hala yurda dönmedilerse, parmak izi yoksa, bize sms geliyor ve yurda girdikleri anda da girdiler diye otomatik sms geliyor ve bu kadar. Bizde 16 yaşında genç kızlar delikanlılar yaz okuluna gittilerse olay böyle gelişiyor. Dersten çıkıp sinemaya gidiyorlar, sahile iniyorlar. Belli bir saatte de yurda dönüyorlar.
Fransa’da öyle gelişmiyor. Fransa’da ateş yakıp etrafında şarkı söylemeye başlamışlar ve benimki Caddebostan’dan, Moda’dan oraya gelmiş zaten;
-Ateş yakmış etrafında dönüyorlar, 9 yaşında mıyız neyiz anlamadım
-E dönün oğlum sizde
-Niye dönüyoruz anne şaman mıyız? Tanrılara kurban mı vericez? Ne maksatla?
-Eğlenin falan
-Böyle mi eğleniyoruz medeni dünyada, böyle ellerimizi çırparak falan “ahiehihe ateeşş ahahaha ehşjehşie” diye mal gibi.
– ….
– Bunlar bir de Fransız devrimini yapan kitle. Bu kitleden devrim çıkmış, diğerleri daha da fena, bunlar iyisi, gün görmüşü bak.
-Dersler iyi mi?
-Dersler süper, ders konusunda sıkıntı yok
-Türk var mı başka?
-Var, 4 kişiyiz. Buranın “abileri” biz olduk.
Arkadaşım anlatıyor nasıl canı sıkılmış, nasıl keyfi kaçmış.
-Aradı benimki çıldırmış vaziyette
-Ne olmuş?
-Akşam 10:30 da ışıklar sönecek demişler
-Ciddi misin? Ne alaka?
-Yurt kuralları demişler, bizimki de şansa orada iki Türk oğlan daha bulmuş, onlarla aynı odaya geçmişler.
-EEE?
– Odalar beş kişilik yanlarına da bir İngiliz almışlar. İskoçmuş.
– Eee?
– Yurdun grup lideri gelmiş, ışıklar sönsün falan demiş bizimkilere, sönmüyor demişler, çocuk sönecek falan demiş, bizimkiler demiş ki sönmeyecek, ısrar devam ederse adamı s*kerler bizde yalnız haberin olsun
– Ciddi misin?
-Vallahi biz hesapta lord gibi yetiştirdik, gittiği okulu, derecelerini biliyosun, yılda yüz bin liraya ne yetiştirdik bilmiyorum ben valla, şu laf mı ya?
-Mecbur kaldılarsa demek
-Herkesin çocuğu ışığı kapamış, sinmiş yorganın altına gizlice telefona bakıyor, bizimkiler hadise çıkarmış, bizim odanın kurallarını biz belirleriz, burada 15 yaşındakilere yaptığınızı bize yaptıramazsınız demişler.
-E haklılar, 17 yaşında olmaz bu artık.
-Kendinizi yaz okulundan attırmayın da ne haliniz varsa görün yazdım en son. Mavi tık oldu ama cevap yazmadı sıpa. Daha da gitmez yaz okuluna falan, biliyorum ben oğlumu. Yollayamazsın.
Bir diğer arkadaşla;
-Ne yaptı senin kız döndü mü?
-Yok haftaya dönecek ama daha da gitmez artık bir yere bundan sonra
-Ne oldu?
-Ay ağzımızdan burnumuzdan getirdi sorma. Akşam üstleri serbest zaman ya, bunları çevreye gezmeye götürüyorlar. İşte müzeydi sergiydi falan. Bizim kızlar serbest zamanda demişler ki biz ayrılalım, 2 saat sonra burada buluşalım biz alışveriş yapıcaz. Hocalar hayır demiş, kıyamet kopmuş sonra.
-Yapma yaa
-Benim ki demiş ki ben gezdim bu müzeyi, biz geldik buraya daha önce, ben alışveriş yapıcam, serbest zaman değil mi bu? Benim serbest zamanım! Bana karışamazsınız serbest zamanda dilediğimi yaparım.
– Eee?
-Onlar da demişler ki serbest zaman ama bizimle serbest. Biz ne yaparsak onu yapacaksınız, serbest derken derste değiliz anlamında serbest. Bizimkiler çıldırmış tabii.
-Sonuç?
-Mücadele devam ediyor. Benimki alışveriş yapmayı kafaya koyarsa mani olamazlar ama ben biliyorum.
Benim gözlemim şöyle.
Elbette bu yabancı okullar, başka ülkelerden çocukları alıyorlar ve bu büyük bir sorumluluk. Düşünsene bir okul dolusu çocuğu içeri alıyorsun, anneleri babaları başka başka ülkelerde. Tüm sorumluluk sende. Bir aksilik olsa, kaza olsa vs. Okulları anlıyoruz elbette. Ancak şu da bir gerçek, bu okullar 16-17-18 yaşındaki çocuklara 12 yaş muamelesi yaparak olacak aksilikleri önlemeye çalışıyor.
Oysa hani sorumluluk veriyorduk, özgür bırakıyorduk falan, ne oldu? Öyle dışardan ahkam kesmesi kolay tabii.
Bizim çocuklar dünyanın başka bir yerinde dahi son derece özgüveni yüksek, son derece aklı başında, yetişkin olduğunun farkında ve yetişkin gibi davranan çocuklarken solucan yiyen ve hesapta bizlerden daha “cool” anneler tarafından yetiştirilmiş çocuklar bizimkilerin yanında yaşıt gibi değil aksine 4-5 yaş küçük gibi kalıyor. Bu benim bir müddettir gözlemlediğim bir şey.
Elbette genelleyemeyiz. Büyük şehirlerde yaşayan, sıklıkla bu tip okullara, eğitimlere katılan, küçük yaştan itibaren spor kampları vs. derken evden uzakta zaman geçirmeye alışkın çocuklar böyle durumlarda asla deplasmanda olmuyorlar.
Ve kabul ediyorum, burada kocaman kocaman isimli bilmemkaç yıllık köklü okullarda okuttuğumuz çocukların Versailles sarayının bahçesinde “kanka hayda breh” diye güreşmeye çalışması pek “şık” olmasa da özgüven patlamasının yanı sıra 16 yaşında ve hayli neşeli gençler olmalarından da kaynaklanıyor.
Ama kendi tecrübelerime bakarak şunu söyleyebilirim.
Küçükken sahip çıktığımız, kol kanat gerdiğimiz, koruyup kolladığımız, arkasında olduğumuz, durduğumuz çocuklar büyüdüklerinde hakikaten çok daha özgüvenli, çok daha sağlam, çok daha güçlü oluyorlar. Aileden özellikle o yaşlarda aldıkları “ben ne yaparsam yapayım annem babam tam burada” duygusunun kazanımlarını 16’dan itibaren çok net görmeye başlıyorsunuz. Yerlerinde baya sağlam duruyor bu çocuklar.
Zaman geçiyor, genç delikanlılar, genç kızlar oluyorlar ve kendileri “tamam sana gerek yok, teşekkür ederim, bundan sonrasını ben hallederim” diyorlar.
Hep derim, her şey ufak tefek ayarlarda bitiyor. Hele genetik olarak da şanslılarsa ufak tefek ayarlamalarla çocuklar genç olduklarında uçuyorlar.
Çok büyük büyük işler başarmaları gerekmiyor. Sağlıklı ve iyi insan olmayı başarsınlar önce. Bir de kendi başlarının çaresine bakabilmeyi. Bu üçü en önemlisi.
Çocuklarınızın dönüştüğü gençlerden mutluluk duyduğunuz bir hafta dilerim.
Not: Yazılarımla yeni tanışanlar için bu not (bu notu zaman zaman ekliyorum araya mecburen). Ben yazılarımı konuşma diliyle yazıyorum. Bu çok uzun yıllardır bu şekilde. Newsweek Türkiye’de köşe yazıyordum orada da böyleydi, Hürriyet’te yazıyordum orada da böyleydi, hep böyle oldu. Bu yeni bir durum değil siz benim yazılarımı yeni okumaya başladınız sadece. Bu sebeple “yapıcam değil yapacağım” diye bana düzeltme göndermekle uğraşmayınız, o benim için yaklaşık 17 senedir “yapıcam”.
DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:
www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com
Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server’lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç mehtap’lı adreste yazılarımı güncelliyorum)