Benim jenerasyonumdan anne-baba olanlar şanssızlar hakikaten. camdan iple sallandırılan zeytinli, domatesli ekmekle öğün geçiştirme hakkı olan, emzik şeker ya da leblebi tozuna alerjik reaksiyon göstermeyen, geçirdiği geçireceği en “ağır” travmayı üzerine atılan ceyo terlikle tedavi edebilen bizim jenerasyon, dörtte dört alerjik, sürekli kabız ve Sünger Bob CD’si çizildiği için travmaya giren çocuklarıyla geçinmek durumunda kaldılar. Bir yaşına kadar bebeklerimize vermediğimiz sütlerle, tırnağını derin kessek “parmağını kullanamadığı süre içinde özgüveni kırılmasın” diye gittiğimiz pedagoglarla, kendi annelerimize bildikleri ve yaptıkları her şeyin yanlış olduğunu söyledik sessizce. Gündemi her gün başka bir şeyle altüst olan güzel yurdumuzda yaşamaya çalışan ailelerimiz, son olan bitenlerle şaftı geri dönülmez bir şekilde dağıttılar.
Hem ülkemde hem etrafta yaşananlardan çok büyük üzüntü duyuyorum. Takdir edeceğiniz üzere bir konuda yazmıyor olmak o konudan bihaber olmak ya da “takmıyor olmak” demek değildir. Bununla birlikte kendim için de üzülmüyorum desem yalan olur. Her yaşıtım gibi ben de kanayan dizimi tükürüğümle tedavi ettiğim bir çocukluktan çıktım. Şimdi ise sadece rüzgâr sert esse “ajite” bir evlatla değil, aynı zamanda pazara giderken bile “ajite” bir anneyle baş etmek durumundayım. Yok, anneme bir şey demiyorum elbette. Sebep olanlar utansın. Ve işte annem arıyor…
Annem: Kızım, yavrum bak bişey söyliycem.
Ben: N’oldu? Hayırdır?
Annem: Çocuğum bak sakın bu Ergenekon’la ilgili bişiler yazma “nisvik”de, tamam mı yavrum.
Ben: Yok anne o benim konum değil.
Annem (Kimlikler birbirine karışır): Bu vatan toprağında olan biten her şey hepimizin konusu.
Ben: Hayır, yani evet, onu demek istemedim anne. Ben bu konularda yazı yazmıyorum. Benim konum farklı. Ben daha hafif konuları işliyorum.
Annem (Tekrar kimlikler karışır): Aman yavrum aman, sakın, bak herkesi alıyolar içeri, seni de alır götürürler.
Ben: Yok anne beni naapsınlar.
Annem: Olmazsa ben bi dergiyi arayim mi?
Ben: ?!?!?!
Annem: Oğlum, benim kızım mahkemelik konular yazmasın diyim mi?
Ben: Valla bi desen aslında, çok isterim yüzlerini görmeyi o an, ehihehe.
Annem: Ariyim o zaman, kaçtı telefonu?
Ben: Anne saçmalama kurban oliim. Merak edilecek bişi yok, için rahat olsun. Ben böyle havadan sudan yazıyorum. Benim işim başka. Herkesin konusu başka.
Annem: Memleket karıştı, niye havadan sudan yazıyorsun diye götürmesinler bu sefer de? Vatan haini filan deyip.
Ben: Anne iyice uçtun. Onu diyen çıkar da Ergenekoncular’dan çıkmaz korkma.
Annem: Tamam bu konuyu ben geldiğimde konuşalım.
Ben: Kapatıyor muyuz?
Annem: Pazara gitcem, dinleniyor olabiliriz.
Ben: Hı?
Annem: Pazara gitcem, evde yeşillik kalmamış, dinleniyor olabiliriz.
Ben: Şifreli mi konuşuyorsun?
Annem: Yok hakikaten yeşillik kalmadı. Akşama balık var, roka alıcam.
Ben: !!!
Annem: Ama bundan böyle bu konuşmaları telefonda yapmayalım.
Ben: Ne konuşuyoruz ki anne?
Annem: Telefonda Ergenekon demeyelim, başımıza bi iş gelir, bizi de götürürler.
Ben: Anne bak kızma ama bişi diycem. Benim bildiğim iyi bir terapist var. İstersen onunla konuşabilirsin.
Annem: Telefonda mı?
Ben: Yok yüz yüze bence.
Annem: Terapisti de götürürler!
Ben: ???
Annem: Ben kapatıyorum.
Ben: Hakikaten kapatıyor musun yoksa şifreli bi mesaj mı yolluyosun bana.
Annem: Ne diyosun ya? Serseri!
Ben: Hani böyle çok gizem şey ettin de heyecan yaptım ben de. Ben bundan sonra siyah pardesü giyip Matrix gibi gezmek istiyorum.
Annem: Nasıl bir salak konuşma bu?
Ben: Hayır böle dinleniyoruz falan yapınca sen, ben de havaya girdim.
Annem: Ne diyorsun kızım?
Ben (Kimlikler karışır): “ay si ded pipıl” anne, ehiheheh. Ay o başkaydı pardon!
Annem: Allah cezanı vermesin senle konuşanda kabahat.
Ben: Konuşma anne benle, dinleniyo olabilirim. Ne de olsa koskoca “nisvik” yazarı, belli mi olur?
Annem: Aman seni kim niye dinlesin zevzek. 10 dakka dinlesin sıkılır bırakır.
Ben: Aaa kalbimi kırıyorsun ama. Saatleri ayarlayıp roka tezgâhının önünde buluşalım mı bebeğim! Ehihehe.
Annem: Hadi ordan!
Telefondan terlik atamadığı için telefona tükürüp suratıma kapatan annem “sorunu” hallettiğini zannetse de yanılmakta. Ben Bush kadar çevik olmadığımdan o terliklerin bir kısmı alnımın merkezinde patladı. Bu durumun bende yarattığı travma ise ortaya iflah olmaz bir evlat çıkardı.
Yani anne, şu an şu satırları okuyorsan ben sana “gizli bir mesaj” yolluyorum. Seni saat 13.00’da üzerimde siyah deri bir pardesü ile yeşillik satan Süleyman amcanın tezgâhının önünde bekliyorum. Pazarda gürültü çok olduğundan dinlenmeden konuşabiliriz rahat ol.