SIRTLANLAR VE BİZ

Sana zaman zaman kendi hayat tecrübelerimden (bayılıyorum böyle altmış yaşındaymışım gibi yazmaya) bahsettiğimi biliyorsun sevgili okur. Bunun iki sebebi var. Bir; kendimden bahsetmeyi seviyorum (burası nettir zaten sanırım). İki; aranızda yaşça bizden genç okura da gelecekten seslenip önlem almasını sağlamak istiyorum. Her ne kadar insan denen canlı kendi tecrübelerini yaratarak öğrenmeyi seviyorsa da … Zaman zaman birbirimize “kafanı duvara vurursan kafan acır” dememiz lazım değil mi? Ha, dinlemeyip kafasını gidip duvara vuranlar olacaktır… Onlar kafayı yararak öğrenecek.  Bizim işimiz dinleyenlerle…

 

Bundan yıllar önce, çalıştığım medya gruplarından birtanesinde, aynı grubun içindeki yayınlarda çalışan insanlar olarak birbirimizle gayet iyi ilişkilerimiz vardı. Birlikte yemeğe gitmek, sohbet etmek, birbirimize yardım etmek, ne bileyim birisinin telefonunu (politikacı vs.) kimde varsa birbirimize vermek, röportajlarda destek olmak…  Bu gayet doğal bir şeydi. O medya grubu bugünkü gibi tuhaf bir duruş içinde değildi ve pek çok şey oldukça medeni bir şekilde ilerliyordu.  Hatta ben şu örneği verince bazılarınız hatırlayacak, bir marka ikram olarak bize bir kutu gofret yollamıştı. Ben içinden bir tane alıp açmıştım, yayın yönetmenim benden gofretin parasını alıp, parayı kutunun içine koyup gofretleri geri yollamıştı.

 

Sonra ben başka bir gruba geçtim. Burası…. Yani, şöyle söyleyeyim, bir boya firması reklam verdi diyelim, içerdekiler evlerini de boyatıyor, herkes birbirini soyuyor, kimin eli kimin cebinde değil, yazarların yarısı sarhoş geziyor, ayıklar hanut kovalıyor, üç kuruşluk cep telefonu için köşelerde güzellemeler yazılıyor… Daha beteri birbirleriyle de kavga halindeler. Aynı grup dersin millet birbirini gırtlaklıyor, haber saklamalar, haber düşürmeler aman yarabbi…  Bir garip kutuplaşmalar, gruplaşmalar. Bir telefon arıyorum, diyorum ki

-ya şu karşı taraftaki arkadaşlara soralım

-hayır onlarla konuşmuyoruz

-peki şurayı arayalım

-hayır onlarla şöyle

-burayı arayalım

-onlarla böyle

 

Ben buna aldırmadım. Sonuçta işimi yapmam gerekiyor ve kimseyle farklı yayınlarda çalışıyoruz diye gırtlak gırtlağa olacak değilim. Soracağımı soruyorum, teşekkür ediyorum,  selamlaşıyorum falan…

 

Sonra çok enteresan bir şey oldu. Bana “onlarla konuşma” falan diyenler beni de ötekileştirdi. Allahım bir kulisler beni zor duruma düşürmek için, dedikodular, mobbingin Allahını yaşadım.

 

Şunu gördüm. Bazı insanların bir arada kalabilmek, var olabilmek, ittifak halinde olabilmek ve dolayısıyla (tek başına hiç olduklarını bildiklerinden) bir kalabalık oluşturup bu kalabalıkla (it sürüsü misali) “kuvvetlenebilmek” için ortak bir düşman bulmaları gerekiyor. Çok acayip değil mi? Bu A dergisi, B eki diye herkesle papaz olan it sürüsü beni de düşman belledi. Sonrası şöyle oldu. Şimdi bu sürü bir yere kahve içmeye gidiyor değil mi? Oturuyorlar, konuşacak mevzu ordan buradan derken bitiyor, başlıyorlar beni konuşmaya. Yemeğe gidiyorlar böyle, içmeye gidiyorlar böyle. O düşmanı (bu ben oluyorum) ortak payda haline getirip ordan bir “birliktelik ve güç” oluşturdular.

 

Eski okuyucu benim bunların nasıl tozunu attırdığımı gayet net biliyor. Bu muamelenin acısını kötü çıkardım. Ama mevzu o değil. Mevzu şu; bazı insanlar hani böyle sırtlanlar gibiler. Hani Aslan Kral çizgi filmindeki gibi. Yalnızken sıfırlar. Ancak birileriyle bir aradayken bir şey olabiliyorlar. Bir grubun içinde oldukları sürece “değer” görüyorlar. Bu değeri o grubu takan, kaile alan veya o grupla işi olanlardan görüyorlar ama bu onlar için yeterli çünkü bu olmasa başka hiçbir şey yok. Anlatabildim mi? O grup önemli. O birliktelik olmak zorunda. Öte yandan karakterlere bakıyorsun hepsi birbirinden zayıf, ezik… Ortak nokta az… Peki , bu grup hangi noktadan bağlanacak? Ya da diyelim bir şekilde bağlandı, devamlılık nasıl sağlanacak? Hah, “ortak düşman”! Birini bulup, onu düşman belleyip, ordan bir arada kalabilmeyi sağlamaya çalışmak.

 

Bu sırtlan sürüsü sosyal hayatta varlar. Çok çeşitli şekillerde karşımıza çıkıyorlar. Benim karşıma çok  çıktı. Ben yaşadım, başkasına yapıldığına şahit oldum. Bu çok sık rastlanan bir şey.

 

Şimdi panzehiri söylüyorum:

 

Böyle bir gruba rastlarsanız çok kötü davranın. Ama gerçekten çok kötü davranın. Aşağılayın, dalga geçin, ezin, her türlü abanın, asla değer vermeyin, asla ciddiye almayın, asla geri adım atmayın. Hor görün, dalga geçin, saçmalıklarını ve rezilliklerini, yüzlerine vurun. Çok ciddiyim. Ne kadar kalabalık olurlarsa olsunlar, varolabilmek için böyle bir yapıya ihtiyaç duyan insanlar özlerinde gerçekten çok ezik oluyorlar ve bunların üstüne gittiğiniz anda nasıl kaçacaklarını şaşırıyorlar.

 

Bazı “insanların” bir arada olmamışlar sosyal yaşam içinde –münferit ilişkilerde- hiç şansı yok. İnsan olarak bir kıymeti, saygınlığı, değeri yok. Ancak bir kalabalık içinde bir anlam –belki bazılarınca, bazı zamanlarda ve bazı çevrelerde- bulabiliyor. Bu tipler bu grubu devam ettirebilmek ve bu grubun içinde kalabilmek için muhakkak –ama muhakkak- bir ortak düşman yaratıyor. Sonrasında bir dedikodu, bin türlü dolap, böyle bir hırs bi bişiler… Bunları şöyle ayağınızın ucuyla şöyle bir tepikleyin. Şöyle bir “hadi len” deyin, ittirip geçin. Yapın bunu!

 

Sürü psikolojisiyle yaşayan, gruplaşarak ve sahte düşmanlar yaratarak etrafa rahatsızlık veren eziklere diyeceğim de şu; ne cins olduğunuzu biliyoruz. Ne boş, faydasız, işe yaramaz, berbat karakterde tipler olduğunuzu biliyoruz. Ben ve benim kafamda insanlar gözünde zerre kıymetiniz yok. Sandığınızın aksine kimse aptal değil, herkes ne yaptığınızın ne olduğunuzun farkında. Sadece bazıları yüzünüze söylüyor, bazıları arkanızdan! Değersizsiniz.

 

Herkese çakalları, sırtlanları, it sürülerini ötelediği sapasağlam bir hafta dilerim.