Cumartesi günü gazetede bir haber okudum ve nihayet beyin ölümüm gerçekleşti.
Artık siz sağ ben selamet. Zaten cezai ehliyetim yoktu ancak kafatasımın içinde hayatta kalmayı başarmış bir parça lobu da gazetenin üzerinde bırakmamla hep hayalini kurduğum durum gerçek oldu.
Artık gerçekten, hiç kimse beni yazdıklarımdan ve söylediklerimden sorumlu tutamaz. Çünkü ben yokum aslında!
Bir ilaç firmasında çalışan ZF isimli adam evli. Karısını iki ayrı kadınla daha aldatıyor hem de ciddi ciddi. Bunlarla aynı evde yaşıyor falan…
Bir gün karısı bir damacana su söylüyor, su başka adrese gidiyor ve böylece tüm hatunlar çorap söküğü gibi dökülüyor.
Bir yandan haberi okurken bir yandan da –kafamın içinde- arka planda başka bir işlemci “tabi para b*k gibi olsa gerek, yoksa bu devirde üç kadın bakacak kaç adam kaldı?” falan diye sistem analizi yapıyordu.
Z.B’nin fotoğrafına baktım, gıdılı, koca g***lü, üst dudak yok, böyle hormonlu patates kıvamında bir arkadaş…
Üç ayrı hatun “bu adama” geldiyse hakikaten durum çok sıfırlı rakamlar üzerinden yürüyor olmalıydı.
Habere devam edince gördüm ki öyle bir şey yok. Aksine, adam kadınların parasını yiyor, birinin evini sattırmış, parasını almış, diğerine o parayla ev tutmuş…
Z.B’nin fotoğrafına bir daha baktım. Daha dikkatle, alıcı gözüyle, o kadınların ne gördüğünü anlamaya çalışarak. Bir pırıltı, bir ışık, bana “hııı” dedirtecek bir şey… YOK! Adam çorak, düdük bir şey. Nasıl olabiliyor o zaman?
Kuzen: Belki çok zeki, çok kültürlü
Ben: Hı, oldu! Ondan hatunları 500 metre arayla oturtup bir de aynı sucuya bağlamış. Zekadan!
Kuzen: Belki çok esprili, neşeli, ağzından bal damlıyor
Ben: Ya bi bak şu resme, bu adamdan bal, zemzem, fruko gazoz ne damlarsa damlasın! Bu abi pırlanta mıçmamış, sıvı altın damlatmamış gitmez!
Kuzen: Belki mahrem hayatında yetenekli bir büyüğümüzdür!!!
Ben: Hı?
Kuzen: Özel hayatında “yetenekli” bir arkadaş, müşteri memnuniyetine odaklı bir sistem diyorum.
Ben: Ne iş yapıyomuş ki? İlaç firmasında çalışıyo yazıyo burada. Ne diyosun kuzen ya?
Kuzen: Ya Mehtap Abla beyine anjiyo yapılıyo mu acaba? Yapılıyosa teyzeme söylesek, sana yaptırsak, senin beyne giden damarlardan kaçı tıkalı bi baktırsak!
Ben: Bana mı diyosun?
Kuzen: Yok Abla şu arkada duran şarj aleti var ya, onu muhatap aldım, onla konuşuyorum. Selamı var sana da…
Ben: İroni mi yaptın bana sen şimdi dünkü b**k! Daha dün teyzem işteyken ben senin bezini değiştiriyordum, sen bana “agu” diyordun, büyüdün mü sıpa? Büyüdün de ironinin mahrecinde ironi satışına mı başladın? Hı? Ben sana ne zaman “şaka yapma ehliyeti” verdim? Bu işlerden Sorumlu Bakan benim, senin hem belgelerin yok hem üzerime sürüyorsun! Ne iş?
Kuzen: Öncelikle Mehtap abla, kız arkadaşlarımın yanında da bu bez değiştirme muhabbetini
yapıyorsun, hazır konu açılmışken, bundan hiç hoşlanmıyorum haberin olsun.
Ben: Yapma ya! Oysa ben sırf “Sen hoşlan” diye yapıyordum koç! Ayrıca da ben yetki vermemişim onlar senin kız arkadaşın olabiliyor mu? Öyle bir sistem yok yavrum. Senin “kız arkadaş” sunumların benden onay almamış, o cumhuriyeti tanımam!
Kuzen: Teyzeme söyliycem seni! Pis!
Ben: Ben de seni teyzeme söyliycem! Güzel konuş!
Zekaymış, bilmem neymiş bahane. Genetiğinin bir kısmını benden aldığı için dahi kabul edebileceğimiz kuzen bile BANA “ironi” yapacak kadar IQ değerini düşürebiliyorsa, hiç kimse beni Z.B’nin fotoğraf üzerinde görülemeyecek bir değerden faydalanıp, aynı anda üç bayanı idare edecek cevherde olduğuna ikna edemez. Başka bir şey olmalı ama ne?
Ya da şöyle soralım; kadınlar erkeklerden ne ister? Kadın nasıl erkek sever?
Kadın severse öyle coşkulu, öyle aç sever ki… Öyle heyecanla ve aşkla sarar ki erkeği, bundan şımarmayacak, “Ne oldum?” demeyecek adam sever.
Kadından gelecek şiddeti de şehveti de aynı olgunla karşılayacak, görmüş, geçirmiş, öğrenmiş…
Dışarıda fırtınalar da kopsa, kalbinin sıcacık kovuğunda, sevdiği kadını kollayacak, koruyacak…
Rüzgarların dövmesinden, bulutların üzerine gölge düşürmesinden sakınacak, güçlü…
Hem dağ gibi sağlam duracak kadının arkasında, güvenli, büyük, aşılmaz… Hem de okyanus gibi olacak sevdiği kadın için. Coşkuyla, heyecanla çarpacak kadının kıyılarına. Kendi berraklığıyla temizleyecek kadının aklındaki tüm soruları, korkuları…
Kadın güvenecek sevdiği adama, adını tekrarlamak içini aydınlatacak. Göğsünü gererek, utanmadan; “Benim erkeğimi benden alabilmek için, bir mini etek veya boyalı saçlardan fazlası gerek” diyebilecek… Buna inanabilecek…
Kadın; zor zamanında başını göğsüne yaslayınca, tüm dünyayı dışarıda bırakabileceği, hayatı sadece alnını dayadığı göğüsten ibaret algılayabildiği adam ister.
Onu seven adamın kokusunu içine çekerken bu göğüste, az önce, başka bir kadın var mıydı diye düşünmeden… Zihnini kirletmeyen erkek sever…
Kadın yanında güçsüz de olabileceği erkek ister. Ona “her şeyin hallolacağını” söyleyecek, elinden tutup “Beni takip et” diyebilecek. Güçlü parmakları saçlarının arasında gezerken, gözlerini kapatabileceği, gözleri kapalı da olsa yürüyebileceği…
Kadın en felaket, en berbat göründüğü anda, tüm dünya üzerine yıkılmış gibi hissettiği zamanlarda, elinde bir kadeh şarap kendine lanetler okurken; gülümseyerek gözlerinin içine bakıp, daha güzel hiçbir şey görmediğini söyleyecek erkek ister… Çünkü kadın bir çift söze dünyayı yerinden oynatır ve o sözü söyleyecek adamı arar hep…
Kadınlar karmaşık değildir. Deli gibi seveceği, hayatını vereceği erkekleri ararlar. Ararken yığınla çöpe rastlarlar.
Şanslı olanlarımız –çok azımız- bulur o dağ gibi, ateş gibi adamı.
Tam aşkıyla yanacakken rüzgarıyla serinleten…
Gördüğüyle geçirdiğiyle, yaşadığıyla zenginleşmiş…
Yaşlanmak yerine büyümüş, gelişmiş…
Yeni şeyler de söyleyecek kadar heyecanlı ama aynı şeyleri tekrarlayacak kadar oturmuş…
Kadın önce güvenmek ister erkeğe… Nefesinin başka tenleri okşamadığına inanmak…
Sonra da istediği gibi sevebilmek ister…
Peki; bu üç ayrı kadın, üçünü aynı anda idare etmeye çalışan Z.B’de ne bulmuş olabilir?
Ne yazık ki pek çok kadının bulduğunu…
Karakter ıssızlığından kaynaklı oyunculuk yeteneği!
Uzaktan derin ve mavi diye deniz sandığımız boş damacana bidonları…
Belki de en büyük yanlışımız; hala sevilebilecek erkekler olduğuna inanmamız…
Yine de;
Kendi okyanusumuza ulaşıncaya kadar, yüzmeyi bırakamayız…