KISA KISA HAYATIN ÖZETİ

Hadi yine kısa kısa, sıkılmadan, uzatmadan çeşitli konulardan bahsedelim seninle sevgili okur. Bu hafta da böyle olsun.

 

KIŞ

 

En sevmediğim mevsime girdik yine. Yani arkadaş bir insan bir mevsimden ne kadar haz etmez, ne kadar antipatik bulabilirse kış ile durumum o. Hadi bu senelik (dünyanın geri kalanı, değişik saat farkları, iş hayatı vs. konularını kenara bırakırsak) saatlerle oynamadığımız için çok şükür 16:00 dedin miydi hava kararmayacak ama onun dışında kış kışlığını yapacak elbette. Ne soğuğunu, ne karını, ne yağmurunu, ne tatillerini ne sporunu, ne otellerini, ne havanın rengini ne kokusunu ne de giysilerini, kışa dair hiçbir şeyi sevmiyorum. Kışla ilgili hiçbir “eğlence” bana cazip gelmiyor, asla beni çekmiyor. Bir sahlep, o da çok değil ha, bir miktar bunun dışında kış mevsimin benim dünyamda karşılığı sıfır. Yok hükmünde. Bu şekilde içinizi karartabildiysem ne ala, karartamadıysam bir sonraki konuya geçelim.

 

YENİ NESİL ANNELER

Bir hırçınlık mı gelmiş yeni nesil annelere bana mı öyle geldi? Ben böyle bir hırçınlık gözlemliyorum genç annelerde. Elbette genellemek istemem, elbette hepsi değil ama böyle bir …. Nasıl desem?.. Agresif. Misal, çocuğa belli oyuncaklar verilsin istemiyorlar, olabilir herkesin kendi çocuk yetiştirme modeli ama alan anane, babanne, dede falansa… Biz de çocuklarımız büyürken o döneme göre belli şeylere dikkat etmeye çalıştık. Ama misal annem benim çok da onaylamadığım bir oyuncağı oğluma hediye ettiğinde oyuncağı anneme yutturmaya çalışmadım, aldığına alacağına pişman etmedim. Çünkü onlar da torun sevmenin tadını çıkarmak istiyorlar, az bir zamanları var… Kırmaya gerek var mı yaşlı insanları? Şimdi bakıyorum “bu bize ne hadle gelir” gibi bir tepki… Gerek var mı bu kadar hırçınlığa? Bu bir örnekti bunu çeşitlendirin şimdi… Genç annelerde böyle bir hırçınlık gözlemliyorum. Ben doğru bulmuyorum aile büyüklerimize kırıcı olmayı. Ama siz “benim oğluma lastik top getirdi madem ölsün o büyükanne” gibi hissediyorsanız kendiniz bilirsiniz. Dedikleri gibi “herkesin hayatına hiç kimse karışamaz”.

 

TÜYAP KİTAP FUARI

3. kitabım YATIR bu yıl ki Tüyap kitap fuarına yetişti. İlk satışı da orada olacak (muhtemelen ben de ilk orada göreceğim). 12 Kasım Cumartesi saat 16:00-17:00 arası ben de orada olucam ve kitabımı imzalıycam. Yatır’ı direkt benden almak, sormak istediklerinizi sormak, sohbet etmek ve fotoğraf çekilmek için bir saatimiz olacak. Elbette Yitik Ülke Yayınları standında olucam. Sevgili Kadir Aydemir’de orada olacak. Bekleriz efendim.

 

KOLAYA KAÇMAK

Dünyanın en çok başvurulan şeyi bu herhalde, bir işin kolayına kaçmak, topu/sorumluluğu/suçu başkasına atıp kurtulmak. Sorundan kaçmanın en kolay yolu sorunu nasıl çözeceğine odaklanmak yerine sorumlu aramak. Çok da hoşlanmadığım bir ahbap bana kısa bir –mecburi- sohbetimiz esnasında “böyle söylemen beni çok rahatsız etti” dedi. Konu ne yazmayayım şimdi burada ama ortada net bir yanlış var hanımefendi bu konuda benim yorumumdan rahatsız olmuş. Bu!

-Bu konuda yaptığın yorumdan çok rahatsız oldum ben Mehtap.

-Bunu bana açıklıkla söylemene sevindim. Haklısın rahatsız olmakta çünkü yaptığım yorum hoş değildi gerçekten çünkü yaşanan hoş değildi ondan.! Yani kardeşin Nobel aldı da ben beğenmedim değil. Ortada çok ciddi bir yanlış var. Bu yanlışı yapan kardeşin! Bu yanlışa mani olamayan sen! Bu yanlışa maruz kalan insanlar mağdur! Bu mağdurlar üzgün! Bu ortamı yaratan iki kardeş sizsiniz! Burada bence üzerine düşünmen, kafa yorman ve mümkünse düzeltmen gereken kardeşinle senin davranış şekliniz. Benim yorumumu boşver sen. Siz bu hatayı yapmasanız ben bu yorumu yapmazdım zaten. Kolaya kaçma. Topu bana atma.  Sen bence “burada bir ayıp yaşandı, bu ayıbı kim yaptı ve bu hata nasıl düzelecek kısmına” harca enerjini. Mehtap ayıplamış, Ayşe rahatsız olmuş, Mehmet “aaa ne biçim” demiş geç onları.

 

Sorumluluktan kaçmak dünyanın en kolay şeyi. Ve belli ki bünyeye bir kez girdi mi kişi kaç yaşına gelirse gelsin meselenin özüne inmektense kolaya kaçıveriyor. Ortada canını sıkan bir olay varsa bu olay bir daha yaşanmasın diye ne yapacaksın ona bak. “Ay niye eleştirdiler”i bırak. Matah bi iş yaptın da mı eleştirdik. Eleştirilecek bir iş oldu ondan eleştirdik. Ha, diyosan ki ben ne yaparsam yapayım bu konuda bir tenkit olmasın.. OLD-DU CINIM! Görürsem söylerim.

 

İÇERİ GİRENLER, DIŞARIDA KALANLAR

Bu ara sıklıkla kim hapis yattı, kim çıktı, kiminin cezası kiminin parası haberleriyle haşır neşiriz. Misal kadına tekme atıyor adam ve dışarıda yani. Öte yandan bir kadın yazar terör örgütü yandaşlığından hapiste falan. Böyle bir değişik. Hukuk sistemimizi kafamda bir yerlere oturtmaya çalışıyorum. Metin Feyzioğlu’nun açıklamalarını da okudum… Anladığım şöyle; kanunda belli çizgiler var fakat hakimin o çizgilerin bu davaya ne kadar çizileceğine dair yargısı başka bir mevzu. Yani, konu kanunda ne açık var kadar (ve belki kanunda ne açık vardan ziyade) hakimin olaya ne pencereden baktığı biraz da… Bu sebeple ve en çok da bu gibi sebepler yüzünden kişilerin eğitimi, toplumun eğitimi çok mühim. Öğretim ve eğitim çok önemli sevgili okur. Çünkü o hakimin, o savcının, o yargı mensuplarının bir adamın bir kadına kıyafetini beğenmedi diye tekme atmasını normalleştirememesinin tek yolu bu eğitim, öğretimden geçiyor. İnsan haklarının, kişisel hak ve özgürlüklerin, demokrasinin, çağdaşlığın ve laikliğin iyi tanımlanması ve iyi anlatılmasından geçiyor. Bunları iyi öğrenmek ve hazmetmek gerekiyor. Çünkü iyi anlar, öğrenir ve hazmedersek eğer anlaşamadığımız kadını öldürmek yerine sadece boşanırız. Beğendiğimiz kadına tecavüz etmek yerine sadece hoş kadın diye düşünüp geçeriz. Bir kadına tekme atan adama “o da şort giymeseymiş o zaman” diye yancı çıkmayız. Yani yine yukarda dediğimiz gibi “herkesin hayatına hiç kimse karışamaz” karışmamalı.

 

 

 

Gerçeklerden kaçmadığımız, kendimizle yüzleşmekten korkmadığımız, kendi yanlışlarımızın sonuçlarını başkasına yüklemediğimiz, insan haklarını çiğnemediğimiz ve bol bol kitap okuduğumuz ılık günler dilerim.