KAFAMIZDAKİ KAFESLER

Hayatım boyunca kuralları, takıntıları olan bir insan oldum. Tshirt çekmecesi şöyle duracak, çoraplar şöyle iç içe geçecek, ev temiz olacak, üstüme aldığım işi -ne olursa olsun bu, yazarlık, sunuculuk, yayın yönetmenliği, muhabirlik fark etmez- elimden gelen en iyi şekilde kendimden çok çok katarak yapıcam. Kışın koyu renk yazın açık renk oje sürücem ve kışın açık renk pantolon, kolsuz elbise giymiycem gibi… Deli deli bir sürü şey. Zamanla törpülendim tabii. Kendime böyle sınırlar koyarak kendi kendimi… 

Kendimi kendi zihnimin içine hapsettiğimi anladım ve elimden geldiğince bırakmaya çalıştım.

İlk kez bir kış gecesi, özel bir yere giderken kolsuz elbise ve bantlı ayakkabı giydiğimde kendimi çok acayip hissetmiştim mesela. Öyledir ya, garip mi görünürüm diye endişe etmekle birlikte inanılmaz hoşuma da gitmişti. Ben kışın da bantlı gece ayakkabısı giyebilecek kadar cesur bir insandım işte. Hem huzursuz olmuş ama kendimle gurur duymuştum. 

İlk kez kadın arkadaşlarımla, kadın kadına akşam dışarı çıkıp içmeye gittiğimde de. Ay ne derler, ay laf ederler mi, tuhaf olur mu… 

Biz böyle bir dönemde yaş aldık işte, iki arada bir derede. Hayatımızın bir dönemi bazı davranışların radikal kabul edildiği, bir sonraki dönemi insanların ziyadesiyle gevşediği ve sonra tekrar muhafazakarlaşma trendinin başladığı bir döngü oldu bizimkisi. Sanıyorum muhafazakarlaşmaya bu kadar direnmemiz de ondan. Bu kadar çekinmemiz, istemememiz… İnsanın, kadının kendini kendine hapsetmesi ne fena, ne zor biliyoruz. Yaptık biz bunu kendimize, çoğumuz yaptık. Oraya dönmek istemiyoruz. 

Kuralları değiştirmek, oyunun ortasında hele, kolay bir şey değil. Ben düzen konusunda takıntıları olan biriyim. Oğlumla dolabının ve çekmecelerinin düzenli olmaması konusunda çok uzun süre tartıştım. Bir tshirtü çekerken komple tüm tshirtleri dağıtmayı kafamda bir yere oturtamadığım için çok sinirleniyordum. Tüm tshirtleri yere döküp avaz avaz hepsini toplamasını istediğim de oluyordu, kadere lanetler ederek kendim topladığım da, babasına şikayet ettiğim, söylendiğim de. Sonra öğrendim ki biz yetişkin insanlarız ve herkes kendi dolabından mesul. Dolabı açıyorum, dağınıklığı görüyorum, derin bir nefes alıyorum, gözlerimi kapatıyorum ve temiz tshirtleri o kargaşa bırakıp dolabı kapatıyorum. Babası da aynı, genetik sanıyorum ve bıraktım peşini bu durumun. Bak bu çok zor benim için sevgili okur. Böyle karate kid gibi, böyle fırçala parlat Miyagi gibi bir bilinç ve bilgelik gerekiyor benim bunu yapabilmem için. Anlıyor musun bunu? Bunun benim için nasıl bir gelişme olduğunu anlıyor musun?

Ve bugün, an itibariyle hayatımda yapabileceğim en büyük değişikliği yaptım. Bilgisayarım kucağımda bu yazıyı öyle yazıyorum. Ben hep masada, çalışma masasında çalıştım. Hep. İşte, evde, okulda fark etmez. Hep bir çalışma masası konseptim olmuştur. Kalemlerim, kalemliğim, zımbam, kağıtlarım, defterlerim, dosyalarım, bilgisayarım. Bu böyledir. Yıllardır. Bu son romanımı yemek masasında yazdım mesela. Bu büyük bir adımdı. Çalışma masamı kullanmadım çünkü bastı o masa beni. Çünkü kendimi daha özgür hissetmek istedim. Düşün zihnimdeki kelepçeleri. Ve yıllardır yazı yazan biri olarak ilk kez kucağımı kullanıyorum bugün, şimdi. 

Çünkü özgürüm artık. Kafamın içinde yapılmaması gerektiğiyle kendimi darladığım şeylere daha gevşeyerek bakabiliyorum. Çünkü artık 47 yaşımdayım. Elli yaşıma geliyorum. Bir 47 yıl daha yaşarmıyım bilmiyorum ve rahat etmek istiyorum. Sadece yazılarımla ilgilenmek, beni rahatlatmaya devam ettiği müddetçe yapmayı sevdiğim şeyleri yapmak ve artık beni kısıtladığını düşündüğüm an pat diye bırakmak, değiştirmek istiyorum. Tıpkı dolabın düzenine çıldırmamak gibi, tıpkı bir masa kullanmak zorunda olmadığımı anlamak gibi. Gevşemem gerektiğini öğreniyorum ve bunu yapabilmek bana iyi geliyor. 

İnsanın özgürlüğü kendi zihninde başlıyor ve bitiyor aslında. Bize ne söyledikleri, ne istedikleri, ne beklediklerinden ziyade bizim kendimizi ne kadar tuttuğumuz, frenlediğimiz ya da ne kadar direndiğimizle ilgili özgürlüğümüz. Mutluluk da eften püften işlerle ne kadar az zaman kaybettiğimizle çok alakalı. Etrafımızda ne kadar az gereksiz insan biriktirir ne kadar çok keyfimizce davranırsak o kadar özgürüz. Yoksa kendi evimizin içinde o dolaba, bu masaya, bu bilmemneye takarak kendimizi kitliyoruz farkında olmadan. 

Kendimi rahat bırakmaya başladım. Eskiye göre daha serbestim ve çok keyifli bir şeymiş böyle. Bunu seninle paylaşmak istedim sevgili okur, canım benim. Sen de kendine böyle zincirler takmış arkanda sürüyerek yaşıyorsan, sen de yapma diye. 

Yapma demek istedim sana.

Gençlerin dediği gibi “Sal biraz, sal sal sal”.

Gönlünce davrandığın bir hafta dilerim.

XXX

DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:

www.mehtaperel.com 

www.mehtaperel.wordpress.com

www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com

instagram.com/mehtaperel

twitter.com/mehtaperel

Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server’lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç mehtap’lı adreste yazılarımı güncelliyorum)