“Cağız” eki ve içinde barındırdığı anlamla ilk tanışmam (yani olaya uyanmam) 22-23 yaşlarıma denk gelir. En yakın kız arkadaşım erkek arkadaşıyla tartışıyordu ve şanssızlık eseri ben de yanlarındaydım. Mevzu başka bir kızdı. Benim kız arkadaşım, diğer kızın tavırlarından neden hoşlanmadığını mümkün olan en makul ve samimi şekilde anlatmaya çalışıyordu çocuğa. Ve çocuk hayatımızın sonuna kadar beynimize kazınan ve daha sonra da başka zamanlarda başka adamlardan da duyacağımız o sözü söyledi.
“Ne istiyorsun kızcağızdan?”
Bir erkek bir kadına böbreğinden yumruk yemiş gibi hissettirmek istiyorsa bu cümleyi kurmalı. Bir erkek kafa atmamak için kendini zor tutan bir kadın nasıl olur görmek istiyorsa bu cümleyi yine kurmalı. Ya da ebediyete dek susmalı. Bu söz kadınlar üzerinde böyle bir etki yaratır. Durmak bilmeyen bir iç kanama gibidir bu söz. Dışardan yarattığı hasarı görmek herzaman mümkün değildir. İçerde ise kalp atışını yavaşlatır.
“Napıyor sana kızcağız?” Güçlü, ayakları yere basan, kendinden emin kadınların çok duyduğu bir sözdür bu. “Cağız” ekini tartışmalı kızlığının sonuna ekleyen kişi ise genelde tehlikeli bir tiptir. Sinsidir. Erkeği zavallı numarasıyla manüpile eder. Sürekli kollanıp korunması gereken, ürkek bir ceylan gibi durur. Biraz mahzun, biraz yaralı bakan gözleri ile adamları parmaklarında oynatır bunlar. Diğer kadın kötü kalpli cadı, bunlar ise pamuk prensestir. Diğer kadın başının çaresine bakar bunların adına birileri çare üretmelidir. Yerseniz! Kadınlar yemez. Ama adamlar kendini şövalye gibi hissedebilmek için bu kadınlara çok ihtiyaç duyarlar. Yemek isterler. Hani eski Türk filmlerinde hem ağlayıp hem yampirik bir şekilde koşar koşar ve kendini yüzüstü yatağa atıp ağlar kadın. İzleyicide bir acıma duygusu oluşur o an. Oysa senaryonun ilerleyen bölümlerinde aynı kadını zengin ve kafasında kocaman bir şapkayla görürüz. “Hani çok masumdun ne oldu?” diye sormadan yine yıldızlı pekiyi veririz. Çünkü bir kez zavallıyı oynayıp olayı bitirmiştir ve bundan sonra ne yaparsa yapsın önce o zavallılık hatırlanıp şevkat gösterilecektir.
Ben: Önce şunu açıklığa kavuşturalım. Ben şakadan anlayan ve şaka kaldıran bir insanım. Şaka benim işim. Ben bundan para kazanıyorum.
Sarhan: Offff
Ben: Burada hemfikir olduğumuza göre ana soruna gelelim. Bir kadın benim kocama “valla aslında senle evlenmeliymişim, tam benim tipimsin” diyorsa bu şaka değil.
Sarhan: …….
Ben: Bunu çeşitli şekillerde yorumlayalım şimdi. Arsızlık diyebiliriz. Ahlaksızlık, kesinlikle demeliyiz. Haddini bilmemek, demezsek ayıp olur.
Sarhan: Off
Ben: Bunda da hemfikir olduğumuza göre niye hala bu insanlarla görüşüyoruz onu anlamaya çalışalım şimdi. Sen bu kadının tavırlarından rahatsız olmuyorsan burada birşeyleri içselleştirmiş olmalısın.
Sarhan: Hı?
Ben: Bu kadın sana “sen benim olmalıymışın” diyor ve sen rahatsız olmuyorsan demek ki burada bir ortak payda söz konusu. Burada hemfikir miyiz?
Sarhan: Nerede?
Ben: Bu kadın benim muhatabım değil, kalitemde değil, akranım değil, ahbabım değil, akrabam değil. Buna göre matematiği yapalım. Eşittir = görüşmek zorunda değilim.
Sarhan: Ne istiyorsun kızcağızdan!
Ben: ……..
Şimdi büyük resme bakalım: Doğada aslanlarla yılanlar arasında belirgin farklar vardır. Honolulu hayvanat bahçesinin internet sitesinden aldığım bilgiye göre (cidden) aslanlar sosyal canlılar olmalarına rağmen kendi habitatlarında yalnızlar. Rekabetçiler. Sadece açsa -o da onurlu bir şekilde olmak kaydıyla- avlanırlar. Yılanlar ise genellikle sinsi ve sessizce yaklaşırlar. Hiç beklemediğiniz bir anda sokup zehirlerini içinize boşaltırlar. Kendilerinden daha büyük canlıları yutabilecek kadar esnerler. Kulağa tehlikeli gibi geliyor değil mi? Değil işte! İnsancıl-hayvancıl bir adamsanız, yılanı öldürmeyip sadece kendinizden uzak tutabilirsiniz (yakalayıp başka bir yere bırakabilir ya da süpürgeyle bahçe dışına ittirebilirsiniz). Ekolojik dengeyi bozmak istemeyiz değil mi? PETA’cı değilseniz yılanların bir kürek darbesi canı var. Öte yandan aslanı (özellikle beyaz olanı) soyları tükenmesin diye korumaya bile çalışıyoruz.
Dönelim küçük resme sevgili okur. Telefonda;
Yılan: Mehtapcım, tatlım, haftasonu için program yapalım mı?
Ben: Neden?
Yılan: Ya çok eğlendik o akşam, yine çıkalım. Hem ben bayılıyorum, sizin Sarhan’ın falan muhabbetine.
Ben: …..
Yılan: Ne oldu tatlım sesin keyifsiz geliyor.
Ben: Sen kocanı versene bi telefona bişi sorcam.
Yılan: Nedir?
Ben: Bu kadar geniş mezhebi nerden almış. Bizimki dar geliyor, sıkıştık biraz. Biz de alalım diyecektim.
Yılan: Ay o ne demek şimdi?
Ben: Sen bi kocana sor. Mehtap böyle diyor de. O anlar! ÇTONK!
Sarhan: Ayıp ettin kızcağıza!
Sevgili okur sen sadece “neyşınıl ceografik” seyrediyorsundur zaten ben biliyorum. Ama hiç avlanmak üzere bir aslanın gözlerindeki ifadeye denk geldin mi? O bakışı gördün mü hiç? Avının üzerine atlamasına birkaç saniye kala, tamamen konsantre olmuş, ağız açık, burnunun üzerindeki deri alnına doğru katlanmış. Üstten ve alttan dört tane sivri diş parlıyor. Kısık bir hırıltı duyuluyor belli belirsiz. İşte o an “hayvanı rahatsız edip kendine bulaştırdığına” pişman olduğun an olmalı. Çünkü surat o ifadeyi aldıysa geri dönüş yoktur, bilirsin.Telefonu kapattıktan sonra kocama doğru yürürken salondaki aynada kendi aksimi gördüm de biran. Hani neredeyse……