Zaman insanı değiştiriyor sevgili okur. Gel bundan bahsedelim seninle bu hafta. Zaman insanı değiştiriyor, kafan değişiyor, fikirlerin değişiyor, etrafın değişiyor, yaşadığın ülke değişiyor, sen de değişiyorsun.
Bu iyi bir şey, değişebilmek yani… Eğer iyi yönde bir değişime uğruyorsan değişim bir nevi gelişim oluyor. Bir uyum sağlama, kabullenme… Bir sakinlik…
Sen değiştin mi sevgili okur? Öyle 14 yaşından bugüne değil, yakın geçmişe göre… Mesela önceden çok öfkelendiğin şeylere daha az kızıyor musun? Ya da daha sinirli bir insan oldun da hiç tahammülün kalmadı mı? Değiştin mi? Bir yoklasana kendini… Hatta yazsana bir yerlere… Şöyle bir insandım ve böyle bir insana dönüştüm diye… Bu iyi bir şey mi, onu da bir kontrol et ve değilse… Değilse bir şeyler yap belki de bu konuda.
Benim çok keskin olduğum konular vardı. Çok tahammülsüz olduğum şeyler (bana neyse artık) bazı şeyler illa belli şekillerde olmalıydı falan… Aradan geçen 4-5 senelik süreçte bu kenarlarda toplu yumuşamalar oldu. Misal, ben sokakta –nasıl desem- plajda gezer gibi gezilmesini yadırgardım. Bana göre her giysinin bir yeri olmalıydı.
Her ama her giysinin.
Misal, hakim ve savcılar başörtüsü takmamalıydı ve/veya sokakta sütyensiz dolaşılmamalıydı.
Böyle kesinlikler vardı.
Artık böyle hissetmiyorum. Kim nerede ne giyerse giysin öncelikle BANA NE! Psikolojisine girdim. BANA NE! BANA NE? Beni ilgilendiren bir durum var mı orada? Benim bir sorumluluğum, durumum, meselem? Birilerinin nerelerde nasıl giyinmesi gerektiği beni ilgilendiren bir durum mu? İsteyen çarşafa girer isteyen kıçını açar baba ne?… Bunların nizamı, yönetmeliği, şeklinden bana ne… Kimin ne yaptığından bana ne…
Bu ciddi bir değişim benim için. İnsanların saçının-başının, üstünün-başının, kıçının-başının beni hiç ilgilendirmemeye başlaması, ilgimi bu işlere tamamen yitirmem yaş almaya mı, yorgunluğa mı, bıkkınlığa mı, alışmaya mı bağlı bilmiyorum ama benim ilgimi çekmiyor artık bu konular. Kendime karşı da böyleydim. “kırmızı oje kışın sürülür yazın sürülmez, bayrak kırmızı bronz değilsen hafif durabilir” gibi saçma sapan bir sürü kural koyardım kendime. Oje bile sürmüyorum artık neredeyse… Üşeniyorum falan…
Daha aksi bir insandım. Hani böyle AKSİ yani, hayatta rastlayabileceğiniz nadir aksi insanlardan… Değilim artık. Bence değilim. Normalde çok ters şeyler söyleyebileceğim durumlarda ellemiyorum, eskiden olsa çok kızabileceğim şeylere “olur ya öyle” diyorum. Daha az öfkeliyim ve bu önceye göre daha az çalışıp haliyle daha az yorulmaktan sanırım. Daha pozitifim bence. Öfkelendiğim durumlara ilgimi yitirdim. Biri bişi demiş, BANA NE! Demişse demiş. Benim umurumda mı? Benim birinci derece yakınım mı? Benim evimde yaşayan biri mi? Bakmakla yükümlü olduğum biri mi? Faturalarını benim ödediğim ya da benim faturamı ödeyen biri mi? Değilse BANA NE! BANA NE? Beni ilgilendiren, benim dikkatimi çekecek bir durum yok orada o zaman. Sıkılmaya mı, alışmaya mı, umursamamaya mı bağlı, nedendir bilmiyorum ama böyle oldu. “Silahlar” cebimde duruyor, melekelerde bir azalma yok, çok hızlı düşünüp çok hızlı laf koyabiliyorum yine. Yine kelimelerle karşımdakinin ağzına ağzına vurabiliyorum ama çoğunlukla içimden yapıyorum artık bunu. Her “bık” diyenin üstüne Thor gibi balyozla atlayıp kafasını ezmiyorum.
Bak sevgili okur şöyle şeyler düşünebiliyorum “boşver, amaaan, canı sıkkındır belki, bana ne”. Şimdi, annemi bulun “Mehtap böyle düşünüyormuş bazen” falan deyin annem der ki “o başka Mehtap olmalı. Benim kızım olan Mehtap manyaktır, canı sıkkın falan anlamaz o canı tırnaklarıyla söker alır”. Bakın çok ciddiyim. Canım istemiyor ama artık. Böyle bir “üfff amaaan” gibi bir duygu geliyor üstüme. Şimdi burada tartışmakla harcayacağım zaman ve enerjiyle ben gider saçıma bakım yaptırırım falan diyorum… Böyle bir tuhaf…
Ben hiç vurdum duymaz bir insan olmamıştım. Benim olabileceğim bir şey değil gibi gelirdi vurdum duymazlık. Büyük konuşmamak gerekirmiş.
Ben yürüyüşe gidiyorum bazen sevgili okur. O zaman hava da sıcaksa çok kertenkele oluyor. Kimi kuyruklu kimi kuyruksuz, kimi iri kimi ufak, kimi hızlı kimi biraz daha yavaş, kimi koyu yeşil kimi açık yeşil, değişik değişik. Onlara bakıyorum “hım bu da böyleymiş” deyip hiç durmadan yürümeye devam ediyorum ya…
Hayatta karşıma çıkan durumlara da ilgim böyle oldu.
“Hımm, bu da böyleymiş”
Ve yürümeye devam…
İnsan zaman geçtikçe, yıllar ilerledikçe, yaşlara yaşlar eklendikçe…
Beraber yaşadığı insanlar değiştikçe, çevresi değiştikçe, yaşadığı şehir değiştikçe…
Sevdikleri azaldıkça-eklendikçe, sevdikleri çoğaldıkça-öldükçe…
Yemesi ve yememesi gereken şeyler değiştikçe, yaşam alışkanlıkları değiştikçe, yaşadığı ülke değiştikçe…
Tansiyonu-gözlük derecesi-sağlığı değiştikçe…
İnsan değişiyor.
Bir banka oturuyorsun, etrafa bakıyorsun, etraf toz duman, göz gözü görmüyor…
Bir kavga, bir gürültü, bir savaş, bir telaş…
Bi “öff bana ne” geçiyor kafandan…
Yürümeye devam ediyorsun…
Değişim kaçınılmaz bir şey galiba. Bir şekilde her şey değişiyor. İklimler de değişiyor insanlar da. Kimimiz kara kışa dönüşüyoruz değişirken kimimiz bahara. Kimimiz daha yorgun ve öfkeli, kimimiz daha dingin ve sakin.
Değişim hepimiz için.
İyiye doğru değişiyorsak ne ala. Daha iyi bir insan olabiliyorsak mesela.
Bir de şartlara göre şekil alanlar var. Rüzgar nereden eserse oraya yelken açan. Bu dediğimi onla karıştırmayın onlarınki değişim değil yansıtma. Karşılarında (ya da üstlerinde) duran neyse onun aynını yansıtıyor onlar. Bugün bunu yarın durum değişsin başka birini yansıtacaklar. Kimliksiz, kemiksiz, kişiliksiz, garip bir tür o, onlar bizi ilgilendirmiyor.
Benim dediğim başka…
Sen de bak kendine ne kadar değiştin sevgili okur. Geçen seneden bir farkın var mı ya da 2 sene öncesinden?
Memnun musun yeni senden?
Herkese büyüdüğü, geliştiği, insan olarak güzelleştiği, huzura doğru değiştiği ve olan biteni eskisi kadar çok dert etmemeyi öğrenip sakinleştiği güzel günler dilerim.