Merhaba sevgili okur. Kumhavuzu’nda yazdığım zamanlardan beri yazılarımı okuyanlar biliyorlar ki ben muhtemelen anne, bebek, çocuk konusunda yazmaya ilk başlayanlardanım. Evle, çocukla, tecrübelerle ilgili zamanında çok yazdım, yazıştık. Sonra çocuklar büyümeye başlıyorlar ve siz de doğal olarak büyüyorsunuz. Geçen bir arkadaş grubunda dediğim gibi (çok özür dilerim) insanın vücut tüylerini ağarttığı halde aynı şeyleri anlatmaya devam etmiyor olmaması lazım dimi? Hala daha yani, bıy bıy bıy… İnsaf, yeter…
Bunu da geçtim, çocuklar da büyüyorlar ve kendi özel alanlarına dair gayet kararlı ve tavırlı oluyorlar. Kendilerine dair yazıp çizmenizi, fotoğraf paylaşmanızı istemiyorlar. Dolayısıyla siz de başka şeyler anlatmaya başlıyorsunuz. Ben de başka şeyler anlatmaya, yazmaya başladım biliyorsunuz.
Fakat, bugün size evde bir aslan beslemeye dair yazı yazmayı planlıyorum. Bunu illa bizim ev olarak okumayın, zannediyorum büyüme çağında oğlu olan pek çok anne benzer durumdadır. Yani (evet, yani) ben sadece kendi evimden ve kendi çocuğumdan değil, arkadaşların çocuklarından da yola çıkarak… Genel olarak gözlemlerim neticesindeki edinimlerimle bir yazı yazacağım…
Evde büyümekte olan ve (burası çok mühim) spor yapan bir erkek birey çocuk besliyorsanız, (Evet “beslemek” diyorum çünkü bu spor yapan erkek bireyler hakikaten etobura dönüşüyorlar ve onları besleyip doyurabilmek çok zor bir iş) hele de et konusunda çekimser olduğumuz bu günlerde, hayat çok zor oluyor değil mi?
Bir kere ne yiyeceği konusu çok mühim. Ne yiyecek ve daha da önemlisi sonra ne yiyecek? Çok daha önemlisi doyacak mı? Misal brunch’a gidiliyor arkadaşlar falan, gençler bir masada oturuyor siz bir masada dimi? Hesap geliyor serpme kahvaltı, omlet, menemen, söğüş tabağı, sucuklu yumurta ve 750 gram orta-az pişmiş NewYork steak? Kahvaltıda? Siz hemen onu kimin yediğini anlıyorsunuz, elbette sizin çocuğunuz. Çünkü günün o saatinde (11:00) midesi bulanmadan o eti gömecek kaç kişi tanıyor olabilirsiniz zaten değil mi?
Akşam ne yiyeceğiz diyor mesela, siz diyorsunuz ki balık söyleyeceğim eve ve size sipariş veriyor. Bana “750 gr hamsi tava, 2 mırlan, 5 midye dolma. O iki mırlan’ı göreceğim tabakta! Üstüne ketçap döküp yiycem!”
Bir de bu var, aklınıza gelen her şeyi üstüne ketçap döküp yiyebiliyorlar. Çok acayip.
Etçiye gidiyorsunuz mesela, adam yemeği gelene kadar atıştırmalık olarak kaburga söylüyor. Bir de on dakika etini tarif ediyor “şöyle pişecek, böyle olacak, üstüne çatalla basınca şu renkte su çıkacak” falan… Böyle bir şey olamaz. Hobi olarak Gordon Ramsay izleyip, siz biftek aldığınızda sizle beraber, tavanın başında eti nasıl pişireceğinizi anlatıyor size mesela ya da kendi pişiriyor. Bir yandan da anlatıyor “bak soğanları karamelize ederken biraz bal dökeceksin ki rengi de karamel rengi olsun” böyle bir durum.
Komşum var mesela, iki oğlu var, kasabı diyormuş ki “abla ben sana vallahi üzülüyorum”. Kadın her hafta bir dana alıyor kasaptan, ne üzülmesi, komşum kasaba giderken halı serecek kasap neredeyse.
Pozitif tarafları da var, bu çocuklar asla kola, gazoz falan tüketmiyorlar. Su içiyorlar. Yedikleri içtikleri hep sağlıklı, öyle cips falan yok, onun yerine yumurta, yoğurt falan yiyorlar. Sağlıklı besleniyorlar, sağlıklı yaşıyorlar ama konu sadece spor yapmaları ve öyle beslenmeleri de değil. Ben şunu gördüm et seviyorlar. Eti sevmek, etin lezzetini sevmek diye bir şey var. Sadece omlet, meyve ve yeşillikle yaşabilecek bir insan olarak benim asla anlayamadığım bir şey bu ama büyüme çağındaki erkek çocuklar ve et arasında ilginç bir ilişki var. Etoburlar resmen. Üniversitede falan yurtta kalırlarsa ay sürekli pizza mı söyleyecekler diye dert etmeye gerek yok. Bu modeller kasaptan bir dananın komple sırtını alıp, tavada iki çevirip, üstüne ketçap döküp, tırtıklı bıçak ve bir bardak su ile gömüp kalkarlar. Ne pizzası ne lahmacunu? İmkanı yok.
Bu sadece etle beslendiklerinden böyle zaten. Yanında başka bir şey olmadığından görsel olarak doyamıyorlar ve böyle oluyor. Ekmek yok, makarna yok, patates yok, pilav yok. Bun lar zaten acıktırır ama tabakta renk olmuyor onu diyorum. Bir tabak, ortasında ben kadar bir parça et ve su. Siz istediğiniz kadar buharda haşlayıp tereyağda çevirip türlü takla attırın sebze yok.
Akşama ne yapacaksın diyorlar, fırında köfte diyorsunuz mesela, diyorlar ki “1 kilodan yapacaksan kıymanın 250 gramını kuzudan çektirip 750 gramını yağsız dana çektirip karıştırtır mısın? Yalnız sadece ben yiyeceksem bir kilo, siz de yiyecekseniz ona göre al derim”.
Benim gözlemlerime göre bu modellerle özellikle eve aç geldiklerinde tartışmamak lazım. Hani, “Sürekli proteinle beslenilmez oğlum bugün de zeytinyağlı yiyoruz” falan denemeyin. Hele hele onlardan icazet almadan nohut yemeği yapmak falan, hiç kalkışmayın. Çünkü nohut tenceresinin kapağını açıp, bakıp, kapatıp “peki, ben ne yiycem?” diyebilir. İstediğiniz kadar ”kıymalı yaptım, pastırma da koydum” diye anlatın en fazla “kıymayı bunda mı ziyan ettin” diye kızacaktır. Çok üstüne giderseniz de sizi üzerinize ketçap döküp yiyebilir, öyle bir kıllanıyorum ben.
Kabul, hamur işine düşkün olmaktan iyidir. En azından gereksiz yağlanmıyorlar ama böyle kaç yaşlarına kadar devam edecek, yoksa hep böyle mi beslenecekler merak da etmiyor değilim.
Çocuklar büyüyorlar, büyürken değişiyor ve sizi de değiştiriyorlar. Sanırım doğal ve doğru olanı da bu değil mi?
Sağlıklı ve güzel bir hafta dilerim.
DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:
www.mehtaperel.com (bunda bu ara sıkıntı var, hosting firması değişecek, bir ilgilenemedim, birkaç haftaya düzelir)
www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com
Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server’lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç mehtap’lı adreste yazılarımı güncelliyorum)