Sevgili okur yaş ilerledikçe farklı problemler yaşamaya başlıyor insan. Mesela daha önce senin için mesele olmayan şeyler mesele oluyor bir anda. Bunu ilk çocukluk arkadaşım, kardeşim Almanya’ya gittiği zaman çim alerjisi olduğunu öğrendiğinde anlamıştım ben aslında. Çünkü çim sadece Almanya’da yetişen bir bitki türü değil malum. Hele o dönem İstanbul böyle beton şehir değil, burada da çim vardı yani. Her ne kadar Ebru bu tip “yaşlandık ondan” tespitlerime pek itiraz etmese de yine de çok emin olamamıştık. Acaba Almanların çimi bizimkinden farklı mıydı?
Ben gençliğinin büyük kısmını solaryum makinesinde geçirmiş bir insanım. Hatta sırf bu yüzden kılcal damar çatlamalarım da hayli vardır (aptallık işte). Bunu deme sebebim, biz solaryuma girdiğimizde- buna da genellikle diğer çocukluk arkadaşım, kardeşim diğer Ebru ile giderdik- herkes hayret ederdi “yav nasıl bunalmıyorsunuz o aletin içinde böyle tabut gibi” diye. Evet, bunalmıyorduk ve evet tabut gibiydi cidden. Hatta gayet net hatırlıyorum böyle yanlarım falan tam yansın diye ben tamamen kapatıyordum aleti, sıcak bir de, yattığın yer sıcak, üstün sıcak… Şimdi yazarken nefesim daraldı vallahi…
Bu zamanlar eskide kaldı. Yaşla tahammül mü azaldı, devreler mi yandı artık ne olduysa, kalabalık asansöre dahi binemiyorum. Uçakta kendi kendime ‘saçmalama saçmalama’ falan diye gidiyorum. Alışveriş merkezine girdim diyelim otoparktan nasıl çıkacağımı bilemiyorum. Nefes alamıyorum gibi geliyor… Dar ve kapalı yerde böyle nefesim kesiliyor sanki. Böyle bir durum yoktu ama artık böyle. Bu bilgileri cebinde tut şimdi sevgili okur.
Benim emar’a girmem gerekti.
Tabii öncesinde fikir üstüme kabus gibi çöktü. Emar’lar araştırıldı. Tamam, açık emar diye bir şey var ama o bana uymuyormuş. Yarı açık dedikleri de açık maçık değil sevgili okur, hikaye. Kapalısı böyle deney tüpü gibi, prezervatif gibi bir şey. Bir giriş var, çıkış yok. Yarı açık dedikleri de bir giriş bir çıkış var. Yine deney tüpü gibi ama iki başı açık. Ve benim içinde kalmam gerekiyor. Yani kafam dışarda olmayacak. Kırk-kırk beş dakika kadar. Olur şey değil. Yine araştırmalarım sonucunda gördüm ki bunun içi en geniş olanı 70cm. Bu yani, 70 cm. Tabii ben telefonda kriz üstüne kriz yaşadıkça emar merkezindeki insanlar da hep aynı soruyu soruyorlar. “Obezite hastası mısınız?” Çünkü o dünyada sadece içeri sığamamaya göre bir sıkıntı söz konusu olabilir…
-Obezite durumu var mı?
-Yok
-Yok derken??? Kaç kilosunuz?
-56 kiloyum, hani bekar olsam içerde kına gecemi yapabilirim ama konu o değil, kapalı yerde kalamıyorum ben
-Gözlerinizi kapayın
Bana önerdikleri en şahane fikir bu oldu. Gözlerimi kapatmak…
Ben ikinci şahane fikri kendiliğimden buldum.
Annemi de aldım gittim!
Dünyadaki bütün adamların bütün kadınları rahatsız edecek manyaklar olduğuna tüm kalbiyle inanan annem beni kağıt elbiseyle gördüğünde, nasıl nefes alıcam diye panik atak krizi geçirmeden üstümü değiştirmeme sevinen ve bu gazla “şahane!” diyen teknisyenden feci rahatsız oldu ve adamı “uzatma uzatma hadi” diye azarladı. Çünkü evet, böyle zamanlarda işimizi görecek insanlara özellikle kötü muamele ediyoruz ki hayatı daha da zorlaştırsınlar bizim için! Çünkü hayat bir sınav ve biz bu sınavı en kazığından atlatmayacaksak ne anlamı var?
Adamı cam şeyin arkasına -şükürler olsun ki tükürmeden- kovalamadan önce teknisyen benim o daracık şeye uzanmamı istedi. Sonra dedi ki “şimdi oynamamanız için şöyle bir şey yapıcaz”…
-Ne yapıcaz?
-…….
-NE yapıcaz?
– …tık…
Adam beni bağladı.
Sevgili okur bak. Uçağa bindiğinde kapalı yerde kalıyor diye “sakin ol sakin ol” diyerek giden adamı tık tık kemerleri kitleyerek bağladı. Bağladı…
Plan şu; adam odadan çıkmadan aleti çalıştırıp beni içeri itecek. Annem başucunda duracak ve benimle konuşacak. Ben gözlerimi hiç açmıycam. Kıpırdamıycam. Bitecek.
Bunu ilk 20 dakika başardık. Annem -teknisyene de sinir olduğundan kafa dağıldı tabii- 20 dakika sonra bana söyleyebileceği şeyleri tüketti. Aslında tüketmez. Şüphesiz ki o benden şikayetlerini sıralasa sırf beni değil benden sonraki 5-6 hastayı daha oyalayacak kudrettedir ama o koşullarda beni daha da darlamamak için bu konulara girmedi. Bu arada çok gürültülü bir alet olduğunu ve annemin tüm sohbeti bu gürültüye rağmen gerçekleştirdiğini de eklemeliyim. Normal koşullarda böyle nihayetlenebilecek emar vakası özne ben olunca öyle olmadı tabii. Anlatacak konu bulamayan ve hayli gerilen annem ikimizi de rahatlatacak bir formül buldu.
Tünelin diğer ucundan kafayı sokup bağıra bağıra dua okumak.
Sevgili okur, seni ellerini kollarını bağlayıp bir prezervatife teptiklerini ve annenin de başucunda bağıra bağıra Felak ve Nas okuduğunu düşün. Bu esnada konuşamıyorsun, kıpırdayamıyorsun, gözlerini açamıyorsun!
Bir nevi vaftiz olmak gibi ya da delirmek gibi. Öyle saçma ki her şey. Sen çaresizce yatıyorsun ve pata pata pata deli bir gürültü, kıpırdayamıyorsun, derinlerden anneni duyuyorsun böyle “inna ateyna kel kevser” diye böyle cüz cüz ilerliyor. Hani bir de fona Cumhurbaşkanının sesini verseler ya o an, “Gökkleerrdeennnn…” diye, böyle barok barok delirirsin.
25 dakika da böyle geçti.
Bittiğinde ben yeniden mi doğdum, öldüm de dirildim mi bilemiyorum ama gerçekten başım dönüyordu aletten çıktığımda. Yaşananların tek şahidi teknisyen korkarak yanıma geldi. Ben böyle “Ters bir durum yok dimi?” falan diyene kadar annem “doktorun bakar, doktorun söyler var mı yok mu?” diye bir tokat daha attı çocuğa. Çünkü hoşt! Dimi? Kimmiş “şahane”? Sensin “şahane”! Teknisyen annemin onu sözleriyle öldüremezse iman gücüyle kesin işini bitireceğinden camın ardından bizi dinlerken emin olduğundan hiç ses çıkarmadan beni çözüp kaçtı.
Neyse ben iyiymişim sıkıntı yok. Bu da bir değişik tecrübe olarak yaşananlar haneme eklendi.
Zaman ilerledikçe daha önce sıkıntı yaşamadığınız şeyler sıkıntı verebiliyor. Önceden korktuğunuz şeyleri yenebiliyor veya yeni korkular edinebiliyorsunuz.
İlerleyen zamanın hayatı önümüze kolaylaştırarak getirmesini dilerim hepimiz için.
Mutlu ve sağlıklı haftalar, şahane bir yaz tatili olsun.