Yıl kaç bilmiyorum, Sarhan’la yeni evliyiz, yalnızız, Amerika’da Rhode Island’da yaşıyoruz. Her şeyi ya çok ya da büyük olduğu bu memlekette, az bir şey sersemlemekle birlikte, gayet iyi idare ediyoruz vaziyeti. Sarhan zaten dünyanın her yerine uyum sağlayabilen, her yerde yaşayabilecek garip bir canlı. Ben daha tutucu olmakla birlikte, Amerika’da kendime farklı eğlenceler bulmakta sıkıntı yaşamayınca, ciddi sevdim oraları. Mesela tipik bir İstanbul yaşayanı için bile, olan biten her şey abartılı. Şöyle düşün sevgili okur; Amerika’da 50 tane eyalet var. Bu eyaletlerden biri olan Teksas neredeyse Türkiye’nin tamamı kadar büyük. Bu büyüklüğe (hepsi Teksas kadar olmasa da) 49 eyalet daha ekle…. Buna iki tane de okyanus koy.
Memleketin yüzölçümü kadar havası da mübalağalı. Hava sıcak diyelim, herhangi bir sıcak gibi olmuyor. Şehirdesin gölgede 45 derece, asfalt eriyor… Derken kış geliyor, arabanın kapısını açmadan önce kaynar su dökmen gerekiyor kapıya çünkü yapışmış. Okuldasın, anons yapılıyor, “hortum alarmı var, evlerinize dağılın” diyor megafondaki ses ve sen her Türk gibi “Hö?” diyorsun.
Uzatmayayım, tam benlik bir yer özetle. Hatta hayatımın en eğlenceli günleri bile diyebilirim. Misal kapı çalıyor, karşımda kibarlıktan kırılmak üzere iki kız. Öte yandan ben, markette yeni keşfettiğim bir tatlı kucağımda, ağzımın etrafı pudra şekeri, gözümde gözlükler…. Ve daha fenası adamların bahar kabul ettiği dönemde ben Erzurum kışı yaşadığımdan ayı postuyla yorgan arası, yerlere kadar bir hırka üzerimde…..
Kız1: Merhabalar, gününüz aydın olsun. Rahatsız etmediğimizi umuyorum. Öncelikle sağlıklı mısınız, mutlu musunuz, hayattan aradığınız her şeyi buldunuz mu?
Ben: Hı?
Kız2: Kendinizi hiç yalnız, mutsuz, umutsuz hissettiğiniz zamanlar var mı? Size yol gösterecek daha derin bir yaradılışa inanmak sizi rahatlatır mı?
Ben (elimdeki çatalı kutuya bırakıp ama kutuyu bırakmadan): Ne?
Kız1: Ama burada kasıt bildiğiniz anlamda, klasik “Tanrı” fikri değil. Yehova Şahitleri’ni duymuş muydunuz? Biz size yeni ve doğru bir yol önermek için kapınızı çaldık bugün. Ve yine, bu kapı çalış sizin bundan sonraki aymalarınız, uyanmalarınızın başlangıcı olsun. Günaydın…
Ben: Haaa! Ahahaheha, Sarhaaaan, gel gel bak süpermiş bu, ahahaha
Kız(Türkçe bilmediğinden): Pardon nasıl?
Ben: Dur, dur, tamam, eşimi çağırıyorum, o da aydınlanmak ister belki, ahahahehi
Sarhan: Noldu?
Ben: Bizi aydınlatcaklar Sarhan ama bildiğin “klasik Tanrı metoduyla” diil. Şimdi bu ikisi bize format atıp yeniden yükleme yapacak. Ama önce “Günaydın” dememiz gerekiyormuş.
Sarhan: Ya, uğraşma çocuklarla bırak, onlar kitap bırakır gider, yapma, ayıp.
Ben: Hayatta bırakmam, anlatsınlar dinleyecem, ayacam, ayılacam.
Sarhan: Mehtap, Amerika’dayız. Burada kimse kimsenin inancına karışamaz, dalga geçemez, müdahale edemez ,hele terbiyesizlik hiç yapamaz. Sakın! Vallahi sınır dışı edilirsin ırkçı diye, akıllı ol.
Ben: Yok ya ben kimsenin inancına şeyetmem. Bana ne….Ama anlaşacaz! Pardon kızlar, kusura bakmayın, bana anlattıklarınızı eşime de anlattım. Evet sizi dinliyoruz.
Kız2: Şimdi öncelikle….
Ben: Bi dakka, bi dakka, öncelikle bir anlaşma yapıyoruz. Bu konuşmayı bir şartla yaparız. Sen beni ikna edersen beni şahit tutabilirsin, ama araba kazası ama hırsızlık fark etmez. Al adımı istediğin dosyaya şahit yaz.
Kız1: Hı?
Ben: Amaaaa, ben baskın çıkarsam ikiniz de Şehadet getirip Müslüman oluyorsunuz. Nasıl? Hadi! Sıkıyorsa deneyelim! Ben buradayım, hadi!
Kız2: Siz Müslüman mısınız? Biz hiç…
Ben: Siz hiç ne? Haa deve yok, çarşaf yok, olsa olsa şahit olur öyle mi? Anlat canım siz neye şahitsiniz, ne gördünüz, ne duydunuz? Aydınlat beni. Günaydın!
Kız1: Biz sizi rahatsız ediyorsak eğer sadece kitapları bırakıp…
Ben: Ya kitabı bırak şimdi! O “klasik Tanrısal” yaklaşım oluyor kitap dedin mi. Sen bana başka şeylerle gel, siz rüzgara mı yazdınız bulutlara mı?
Sarhan: Yok bitti, senin vize mize hayal şu anda…
Ben: Bakın biz sizi rahatsız ettiysek…
Ben: Hayır rahatsızlık yok. Sen düşünmüşün taşınmışın ve demişin ki “yayılalım, çoğalalım”. Kapı kapı gezmeye karar vermişsin. O kapının arkasından ne çıkacağını bilebilir misin? Zor! Bu kapının ardından ben çıktım. Aydınlat beni ya da Şehadet getir. İki şıktan biri…
Kız2: Biz çok özür diliyoruz sizi rahat….
Ben: Tatlım bak, sen bizim peygamberimizi tanıyor musun? Öyle senin bildiğin peygamberlerden değil pek. İyi insan, güzel insan ama aynı zamanda eli kılıç tutan, vurduğu yerden ses gelen bir şahıs. Bir de sağ kolu var, ama öyle bildiğin gibi değil, güçlü, kuvvetli, zeki… Bir kılıcı var, adı Zülfikar, böyle iki ağızlı… Biz de Hicret denen bir olay var…
Sarhan: Cihat
Ben: Bizde Cihat denen bir olay var… Yani öyle diğer yanağımızı çevirmiyoruz, kavgaysa kavga, bize uyar… Şimdi, ben aydınlanmış hissetmiyorum kendimi napıyoruz? Ezan’da yakın, siz bizde bir gusül abdesti alın bence…
Sarhan: Bittin sen bittin…
Kimsenin inancıyla diniyle problemim yok, olamaz da… Ama ben bana –hele de tanımadığım insanlar tarafından- inandığım ve güvendiğim şeylerin “daha iyisini” falan anlatan mantıktan hoşlanmak zorunda değilim. Konu din değil, yaklaşım yani.
Ve şu da var, o kapıyı çalıyorsan hazırlıklı olacaksın. Baltalı katil falan da olabilirdim, yine şanslılar bence.
Tabi benim bu hale gelme sebebim sadece Pazar gün kapı çalan iki kızdan dolayı değil. Bu özgürlükler ülkesinde her yerden her şey çıkabiliyor.
Okula gidiyorum, tam arabamı park edip yürümeye başlamışım, bir adam yolumu kesiyor. Şöyle bir bakıyorum, evet rahip. Bu giysiyi filmlerden tanıyorum.
Ben: Ehehehehei, siz böyle aniden karşıma çıktınız ya, acaba neremden şeytan çıkacak dedim bir an ehihehehei, hani bir film vardı, kız yeşil yeşil kusuyodu, kafası dönüyodu, neydi ya…
Peder: Egzorsist mi?
Ben: Hah! O , çok yaşa ehihehehe, çok iyi ya, ehihehei, kendimi ünlü birini görmüş gibi hissettim, bu boynunuzdaki beyaz hakkaten böyle karton gibi bişi mi? Çıkıyo o dimi?
Peder: Eee? Evet! De…. Ben şey için….
Ben: Siz hiç şeytan çıkardınız mı? Size kusan oldu mu? Çok acayip bişey yaaa, ürkünç yani…
Peder: Ben sizi asklında Yüce İsa’nın…
Ben: Yav hiç girmeyelim şimdi oraya. Sizde benim hiç aklımın almadığı bir akrabalık sistemi var ki yani, başka şeylerden bahsetsek, size bir şarkı söylesem ben…
Peder: Siz hiç Kutsal kitap okudunuz mu? Tanrı’nın oğluyla tanıştınız mı?
Ben: Ooooooooo! Vazgeçmem diyosunuz, çok fena….. Napsak ki?
Peder: Kutsal Ruh ve Bakire Meryem hakkındaki bu kutsal kitabı….
Ben: Bi şartım var! Eğer siz beni ikna edemezseniz….
Bir Rahip’le Şehadet getirmek üzere iddiaya girmeye çalışmak, bir Laz’a “öğrendiğin her şey yanlıştı, şimdi yeniden başlıyoruz” demekten daha tuhaf olmasa gerek. Hem onlar beni “çevirmeye” çalıştığına göre otomatikman benim de onları “çevirme” hakkım var diye düşünüyordum. Daha doğrucası, anneden, babadan, kardeşten, arkadaşlardan, tanıdığın sevdiğin her şeyden uzakta var olmaya çalışmak zordu ve bu ufak delirmeler hayata renk katıyordu. Yoksa cidden, kimsenin neye inanıp neye inanmadığı beni hiç ilgilendirmez, umurumda da olmaz.
Elbette bana elleşmedikleri müddetçe…
Sendeki renkli kişilik kimsede yok insanlar merak edip seninle samimi olmaya çalışmışlar.Ama yanlış konuyla ortam oluşturulmaya çalışılmış belli ki.Tövbe tövbe insanları kimbilir nasıl kandırıyorlar?Oralarda şehadet getirttiğin kimse oldumu peki?
yeniden yeniden gülüyorum.. seni seviyorum delii oh bee
Merhaba Mehtap hanım…. Uzun zamandır nerede olduğunuzu merak ediyordum. Çok şükür buldum 🙂 Bu arada sizi google’layanlardan biri de benim. Size gönül koymadım gittiniz diye. Son bulunduğunuz yerde birşeyler bana ters geliyordu ama siz varsınız diye uğruyordum. Burada bulabildiğime ve buluşabildiğimize sevindim… Yazıya gelince… Benim herhangi bir konuda gerçek bir fikrim ve inancım varsa, karşımdaki uçsa bile beni inandıramaz. Ben araştırmalıyım….
kaç zamandır seni arıyordum, sonunda buldum şükür. ne güzel geldi yazılarını okumak. yine çok güldüm sayende.