Anne olduğumda en zorlandığım kısım oğlumun bebek olduğu dönemdi. Hamilelik de zordu bak, Allah var. Doğum iznimi sonra kullanmak için son ana kadar işe gitmeye devam etmiştim, çok kilo aldığım için uyuyamıyordum, nefes alamıyordum, tuz alerjisi olmuştum ve ellerim ayaklarım davul gibi şişmişti, sürekli et yemek istiyordum ki nefret ederim, hasta olmuştum ilaç içemiyordum… Hamilelik yorucuydu, bebek olunca rahatlayacaktım… Plan buydu…
Rahatlamıştım ama sorumluluk duygusu ve ne olduğunu anlayamamak beni çok germişti. Yani, bebeğimin iyi ve mutlu olmasını istiyordum ama olup olmadığından emin olamıyordum. Mesela bebek ağlıyor değil mi? Normal bir insan evladı der ki bebek bu ağlar… Bu insan evladı bensem;
-Bebeğim niye ağlıyor?
-Bebeğim hasta mı?
-Bebeğim mutsuz mu?
-Bebeğim aç mı?
-Sütüm mü yetmiyor?
-Kakasını mı çıkaramıyor?
-Gazı mı var?
-Ağrısı mı var?
-Ben nerede hata yapıyorum ki bebeğim ağlıyor?
-Bebeğime iyi bakamıyor muyum?
-Ben kötü bir anne miyim?? VE KAPANIŞ…
Bir insanın kendine eziyet edebileceği her tür ve şekilde eziyet ettim kendime. Atahan gık diyordu ve ben fırlıyordum; “Atahan gık dedi, neden dedi, bu normal bir gık mı yoksa bana bir şey mi anlatmak istiyor, rahat mı, değil mi, değilse neden değil, rahat ettiremiyor muyum, iyi bir anne değil miyim?”
Ne zaman ki Atahan konuşmaya başladı ben anneliğin tadını çıkarmaya başladım. Gerçi uzzuuun yıllar takıntılarım devam etti ama çocuğumun bana “ağrıyor, acıdı” falan diyebilmesi benim için hayatı çok kolaylaştırdı. Düşünsene sevgili okur, evde tamamen sana bağımlı ve senin sorumlu olduğun dünyanın en önemli canlısı var ve onun hayatında her şeyin yolunda olup olmadığını senin TAHMİN etmen gerekiyor. Strese bak. Karnı mı ağrıyor, dişi mi ağrıyor, bir yeri mi acıyor veya kaşınıyor ya da keyfi yerinde ve öylesine mi mıkırdanıyor senin ANLAMAN gerekiyor. SEN anlayacaksın. Bitti. Bebek sana anlatamıyor ki… SEN bileceksin bir şekilde, bu kadar…
Mükemmeliyetçi bir insansanız, bir miktar kontrol delisiyseniz bu dönem kendinizi böyle kaosa sürüklediğiniz bir dönem oluyor gerçekten. Sonra çocuk konuşmaya başlıyor ve siz o ana kadar nefesinizi tutmuşken birden oh diyorsunuz. Acıktım diyor, onu ver bunu istemiyorum diyor, çişim geldi diyor, karnım ağrıyor diyor falan. Lükse bak!
Bunu nereye bağlayacaksın diyeceksiniz?
Tabii ki diğer çocuklarımıza. Yani evimizde baktığımız hayvanlara. Çocuk seviyorsun, sahipleniyorsun, evin bir ferdi ailenizin bir parçası oluyor. İnanılmaz bir durum gerçekten. Benim köpek geçmişim var ama bir kediyle ilk kez evde sürekli yaşıyorum. Hep sokakta bakardım kedilere ilk kez bir kedi bizim ailemizin dördüncü üyesi oldu VE
Ve olamaz böyle bir şey. Böyle bir şey olamaz. Büyümeyen bir çocuk. Konuşuyor kendince, türlü çeşit miyavlıyor, patisiyle dürtüyor, itiyor. Sen onun dilini çözene dek aynı bebek gibi neler olduğunu anlamaya çalışıyorsun. Sonra zaman içinde dilini öğreniyorsun ve rahatlıyorsun. Mesela hangi miyavlama mama miyavlaması, hangi miyavlama sıkıldım oynayalım diyor, hangi miyavlama sokak kapısını aç biraz şu araya çıkayım demek hangi miyavlama yaş mama istiyorum demek, hangi miyavlama kuşlar nerede kuşlara yem ver eğleneyim demek, hangi miyavlama Atahan’la uyumak istiyorum beni buradan alma demek, hangi miyavlama seni seviyorum iyi ki beni sahiplenmene izin verdim demek hepsini anlıyorum. Bakışından yürüyüşünden uyumaya mı gidiyor bir mikropluk peşinde mi anlıyorum. Bana tutunmasından karşımızdaki insanı sevdi mi ya da çok kötü tırmalayacak mı anlıyorum.
Aynı insan yavrusu gibi, inanılır gibi değil. Aranızda bir ilişki, iletişim, münasebet oluşuyor. Sana kendini şahane anlatıyor. Sevilmek mi istiyor, yalnız kalmak mı istiyor onunla zaman geçirdikçe öğreniyorsun. Ben en çok kedilerin duygu durumlarının pat pat değişebilmesine hayret ettim. Kendi kendilerine bunalıma falan girebiliyorlar. İnanılmaz dimi? Kaç kez bu hasta mı deyip panik içinde veterinerimizi aradım, kutuya koymayı beceremediğim için veteriner eve geliyor, kaç kez geldi ve dedi ki “bişi yok trip yapıyor” Haydaaaa. Niye diyorsun, kediler yaparmış öyle. Sana arkasını dönüp, yüzünü duvara dönüp öyle oturuyor. Başlıyorsun sen bu neye küstü diye düşünmeye. Sevdiği yiyeceklerle yalakalıklar falan yapıp ortamı rahatlatmaya çalışıyorsun falan…
Gece uyuyorsun, çıt çıt çıt tırnak sesleri geliyor önce, sonra yatağa çıkıyor. Bundan sonrası o anki ruh haline kalmış. Gelip çat diye çenenden ısırabilir (love bite), koynuna girip uyuyabilir, benimki yapmıyor ama üstüne çıkıp yatanlar varmış, miyavlayıp seni kaldırmaya çalışabilir… Allah bilir artık, ne kafayla geldiyse onu yapacak. Ve kesinlikle onun dediği olacak. Hani diyorlar ya kedinizi şöyle eğitin böyle eğitin, iyi şanslar canım. Kedi seni bir güzel eğitecek ki şaşıp kalacaksın. Bizim son kalemiz “yemek masasına çıkmıyoruz Kuzu!”. Bu. Bir tek bu var elimizde canımızı dişimize taktık bir tek bunu başarmaya çalışıyoruz, bunun dışındaki her konuda teslim olduk. Tırnaklarını kesemiyoruz, her yer yırtık, her yerde örtüler var, mahvediyor ortalığı, yapacak bir şey yok. İstediği saatte yatıyor, istediği saatte kalkıyor, hangi mamayı isterse onu yiyor, istediği kadar su içiyor, nereye çıkmak isterse oraya çıkıyor, nereye yatmak isterse orada yatıyor ve biz onun hizmetlileri olarak arkasını topluyoruz.
Ve bunun nasıl bir mutluluk olduğunu anlatacak kelime bulamıyorum.
Bizde yarattığı olumlu enerjiyi, güzel duyguları anlatacak kelime yok. Onu sevmek, koklamak, birlikte bir şeyler yapmak, eve geldiğimizde bizi karşılaması, oynamak… Kendimizi böyle gülümserken buluyoruz durduk yere.
Tipine, oturuşuna, yatışına, kulaklarına, suratına, kuyruğuna bakıp ne kadar güzel olduğunu düşünüp gülümsüyorsun. Mır mır gelip kafasıyla seni selamlayıp ettiğinde dünyanın en şanslı insanıymışsın gibi hissediyorsun.
Normal zaman olsun, sabah 05:00’te kalktığımız zaman olsun, Covid yasakları dönemi olsun… Hastalıkta, sağlıkta, iyi günde kötü günde, kedimizin bizim evimizde, üzerimizde yarattığı pozitif enerji evimizin bütün havasını değiştiriyor. İnan sevgili okur, hani o yasaklarla boğuştuğumuz dönemde ben ilaçlık olmadıysam kedi sayesinde. Moralimiz hep yüksekti en sıkıntılı anlarda bile çünkü evde patır patır patır koşan, oradan oraya, oradan da üstümüze uçan, saçlarımızı yemeye çalışan, sırt üstü uyuyan yarasa görünümlü bir kedimiz vardı.
Büyümeyen bir çocuk. Hep çocuk bakıyormuşsun gibi bir durum. Atahan büyüdü kendi başının çaresine bakıyor. Kedi de büyüdü ama yine ben yemeğini koyucam, ben kumunu temizliycem, eve dönmem lazım yani mutlaka, büyüdü ama büyümüyor. Büyüyor ama hep bebek, bitmeyen bir annelik hali. Gözümü mü şişti, kafayı mı çarptı, kumunu koklarken mikrop mu kaptırdı, neden kustu, neden küstü, neden uzun uyudu, nefes alıyor mu göğsü inip kalkıyor mu, ateşi mi var, burnu kuru mu, kulakları sıcak mı, tırnağı mı kırılmış, ayağı mı aksıyor, o neydi hapşırdı mı, kumu temiz mi, yeterince su içiyor mu…
Tam diyorsun ki “başıma iş açtım” o an yanına gelip yatıyor, mır mır mır sesler çıkarıyor, tüylerini seviyorsun, kafasını kucağına koyuyor… Diyorsun ki iyi ki hayatımda bir hayvan var, iyi ki…
Böyle bir pozitiflik başka nereden gelecek pat diye?
Bu konuda tekrar yazacağım uzun uzun. Söylenecek şey çok…
Umarım bu yazıyı okuyan herkes bir hayvan sevmenin ve onunla yaşamanın verdiği mutluluğu biliyordur, bilir. Kendinizi bu huzurdan mahrum bırakmayın. Evinizde bakamıyorsanız da sokaktaki canlara bir faydanız dokunsun. Önlerine bir kap mama bir kap su bırakın. Başlarını sevin. Hasta veya yaralı hayvan görürseniz, imkanlarınız dahilinde ya veterinere götürün veya bağlı olduğunuz belediyenin ya da büyükşehir belediyesinin ücretsiz veterinerlik hizmetlerinden faydalanın. En önemlisi de satın almayın. Hayvan satın almak da nedir. Sahiplenin!
Gülümsediğiniz bir hafta dilerim.
XXX
Not: Yazılarımla yeni tanışanlar için bu not (bu notu zaman zaman ekliyorum araya mecburen). Ben yazılarımı konuşma diliyle yazıyorum. Bu çok uzun yıllardır bu şekilde. Newsweek Türkiye’de köşe yazıyordum orada da böyleydi, Hürriyet’te yazıyordum orada da böyleydi, hep böyle oldu. Bu yeni bir durum değil siz benim yazılarımı yeni okumaya başladınız sadece. Bu sebeple “yapıcam değil yapacağım” diye bana düzeltme göndermekle uğraşmayınız, o benim için yaklaşık 18 senedir “yapıcam”.
DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:
www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com
Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server’lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç mehtap’lı adreste yazılarımı güncelliyorum)