Hayatım çok kötü yazılmış bir Laz fıkrası ve bir de asla fıkra anlatamayan biri tarafından anlatılması gibi. İnanılmaz, rahatsız edici ve dinlemek bile bir müddet sonra utandırmaya başlayabilir sizi.
Bu arada fıkra sevmem, ne okumayı, ne dinlemeyi ne de anlatmayı. Yazıya neden bir fıkra analojisi ile girdiğimi bilmiyorum yani…
Aslında sadece şöyle de anlatılabilir durum; daha yeni “Bir yere de hadisesiz git be kadın” başlıklı yazımı yazdıktan iki hafta sonra bu yazıyı okuyanlarınız “Abartıyor” diye de düşünebilir.
Abartmıyorum ne yazık ki… Ben inanamıyorum artık durumumuza hatta Pınar Eslek bile “Neden biz de normal insanlar gibi seyahat edemiyoruz?” dedi…
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımızın bizi ağırlayacağını bir gün önce öğrendik. Apar topar uçak rezervasyonlarımızı yapıp ben, Pınar Reyhan ve Pınar Eslek yola çıktık.
Ankara organizasyonumuzu, bizimle tanışmak ve yardımcı olmak gibi bir hataya düşmüş ve eminim hala o güne lanet okuyan Ankara Hürriyet’ten Meltem düzenlemek zorunda kaldı yine.
Ve biz uçağa bindik ama ben pilottan kıllandım. Bizim uçuşumuz esnasında ya benim uçakta olduğumu biliyordu ve benden hiç hoşlanmıyordu ya da maceracı bir günündeydi bilemedim. Çünkü bir ara düşüyorduk:
Pınar E: Noluyo ya böyle?
Ben: Nıhahahahanıha
Pınar R: Bu inişin sonu iyi değil
Ben: Ehahahahiahaha
Öndeki bayan: (pis pis bakarak)cık cık cık
Ben: (Yüksek sesle) Vicdanım rahat vicdanım. Velev ki düştük, alevler içinde yanarak öldük, etlerimiz paramparça oldu, gözlerimiz haşlandı ne yazar? Benim gönül rahat, mekanım cennet biliyorum. Kendinden emin olmayanlar korksun tabi!
Pınar R: Kime kızdın yine manyak?
Ben: Öndeki bayan çaktığını sandığı kazıkların sanal olduğunu tespit etti bana bozuluyor.
Pınar E: Hastasın sen, ehehehi, gerçekten hasta ruhlusun.
Ben: Sen sus, zaten her saniye daha fazla İsa peygamber gibi görünüyorsun. Hişt, teyze, düşüyoruz Allah’ın izniyle, ehehehi…
Bunla bitti mi? Elbette hayır! Havaalanında körüğe bağlanmayan kıl pilot bizi otobüs marifetiyle “iletmeye” karar verdi.
Hep birlikte otobüse doluştuk, kapılar kapandı ve kalorifer yandı. Nasıl bir sıcak anlatılır gibi değil, zaten kalabalık, nefes alamıyoruz.
Herkes dişini sıkıyor, limana yanaştık ama pilotun adamı kapıları açmıyor. Orada ölmemizi bekliyor.
Ben: Arada cam olmasa, duyacağını bilsem ya kapıları aç ya da kaloriferi kapa diye bağırıcam.
Pınar R: Aynen!
Ben: Nefes alamıyorum…
Pınar R: Napıyosun, yapma!
Acil çıkış butonuna bastım. Birden kendiliğinden kalorifer durdu ve zaannkk diye otobüsün kapısı açıldı, bütün yolcular bana bakıyor.
Ben: Ehihehehe, iniyorum patron.
Pınar R: İn Allah cezanı vermesin in! İnip nereye gideceksin yürüyerek?
Pınar E: Bırak Pınar abla insin! İnsin, uçak çarpsın da görsün gününü.
Ben: Uçak niye çarpıyo yav? Bu kadar yakın geçmez otobüse herhalde manevrada yapacak olsa, ehihehe…
Bitti mi? Elbette hayır! Anlatmak ne kadar doğru bilemiyorum ama şunu biliyorum. Ben de bir acayiplik var. Tam olarak nedir, niyedir kestirememekle birlikte… Bir mesele var bende…
Bakanın odasındayız. İçerde bizden hariç bir sürü müsteşar, baş danışman, kalem, kalem müdürü, aklınıza gelebilecek bilumum kırtasiye mevcut.
Biz de gayet hanımız, güzel giyinmişiz, efendi efendi oturuyoruz. Bakan Dinçer inanılmaz kibar bir beyefendi.
Bizi dinledi, www.annemiistiyorum.com kampanyamızı desteklediğini, prematüre bebeklerin anneleriyle ilgili düzenlemeleri ekibiyle çalışacaklarını söyledi. Ne kadar sevindik, nasıl mutlu olduk anlatamam.
Hazır yakalamışken evlerde çalışan ve kaçak durumunda olan kadınların durumuna dair sorularımızı da sorup konuyla ilgili yapılan gelişme ve iyileştirmeleri öğrendik ki bunları sonra sizler için yayınlayacağız.
Son derece keyifli ve olumlu devam eden sohbetimizin bir noktasında;
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer: Peki başka bir şeyler daha ikram edelim size ne istersiniz?
Biz (hep bir ağızdan): Çok teşekkürler, su var burada, kafi…
Bakan Dinçer: Olur mu bir tek suyla, kahve çay, ne alırsınız?
Ben: Size zahmet olmasın efendim!
Şimdi sevgili okur. Sen sus senin yerine ben söyleyeyim:
“Be gerizekalı, be salak! Kibar olmak becerebildiğin bir iş değil, biliyorsun, sus madem. SUS! Bakan gidip çayı demleyip sana eliyle mi servis edecek, neye zahmet olmasın, kime zahmet olmasın? Zahmet ne alaka şimdi orda? Teşekkürler de, almayalım de, sus ya da…”
Bakan Dinçer de önce inanmaz sonra gülümseyen gözlerle bana baktı, kulaklarıma kadar kızardığımı görmüş olmalı. “Zahmet değil olur mu ne içersiniz, getirsin arkadaşlar” dedi en kibar ve babacan tavrıyla.
Bunun üzerine bir an önce susmamı dileyen Pınar “Çay” dedi ama ben ağzımı bağlasanız illa konuşacak bir hava deliği bulduğumdan Pınar’la aynı anda “Kahve” dedim.
Sol tarafımda oturan Pınar dönüp bana baktı ve ben şöyle devam ettim; “Çay tabi, elbette çay.” Bundan sonrasında o ana kadar sükunetini koruyan Ankara Meltem dahil herkes güldü.
Özetle diyeceklerim şunlar:
1) Kampanyamız amacına ulaştı sayılır. Bundan sonra top bakanlıkta ve onlar da olumlular.
2) Parti marti kısımlarını geçin. Gerçekten, Ömer Dinçer de Recep Akdağ da çok kibar, iyi niyetli, beyefendi ve babacan insanlar. Ve gerçekten çok içten ve samimi bir gülümsemeleri var. Bunu tüm kalbimle söylüyorum.
3) Herkes haklı. Ben de gerçekten bir tuhaflık var. Fakat beni katlanılır yapan şey de o tuhaflık bence. Yoksa gerçekten hiç çekilmem…
“Be gerizekalı, be salak! Kibar olmak becerebildiğin bir iş değil, biliyorsun, sus madem. SUS!
demişsin ya öldüm gülmekten.
bir arkadaşım başka bir arkadaşının evine gitmiş. kadınlar oturmuş okey oynuyor. ev sahibinin kocası da çay servisi yapmış, sonra gidecek. adam çok kibar ve bakımlı biriymiş. bizimki de ona jest yapacak ya, çok metroseksüel olduğunu söylemek istemiş. ama ağzından şu söz çıkmış: ne kadar da homoseksüelsin:)))) o an bir hata yaptığımı anladım, ama ne olduğunu bilemedim, demişti:) sonra anlamış tabi, kendine çok kızmış, sen kim kibarlık yapmak kim, ne diye saçmalıyorsun, adam çayı verince sağol de sus, sen kim, iltifat etmek kim, diye kendine kızmış:)
:)))) harikaymış bu :))) bayıldım :))