BOYUT TÜKKANI
Ve eylem planım…
Boyut’un en sevdiğim tarafının bana ev hissi vermesi olduğundan bahsetmiştim. En sinir olduğum tarafı da bu zaten, fazla “eve” benziyor… Yani her geçen gün daha fazla annemle yaşadıklarıma geri dönüş yaşıyorum. Ve pek çoğunuz travmatik çocukluk deneyimlerimi biliyor.
Annem herkes çiftçilik yaparken dedesinin babasının “Ağır Ceza Reisi” olduğu bir aileden geldiği için ve Ankaralı olup genellikle bürokrat bir ailede yetiştiği için biraz “tip”tir. Genç kızlığım boyunca “ağzını caklatmadan sakız çiğne”, “çıkar şu sakızı ağzından”, “dik dur”, “masada dik otur”, “diş tellerini fırçalamayı unutma”, “eteğini düzelt”, “şu saçlarını topla arkadan doğru düzgün”, “küçük harfle konuş” ve milyonlarca çoğaltabileceğim direktiflerle beni büyüttüğünden bir tarafım İstanbul’da değil, Galler yöresinde ha avlandım ha avlanacam gibidir. Annem yetişirken ananemin evinde iki tane yatılı bayan yardımcı olduğundan annem hayatı boyunca talimat vermiştir ve bu hasta gen bana da –ne yazık ki- geçmiştir.
İşte bu sebeple tam bir öküzlük örneği gösterip, kapı dahi çalmadan, hatta asistanını –kasıtlı bir şekilde- görmezden gelerek, içeride biri var mı yok mu anlamadan, pat diye patronlarımdan Öneş’in odasına daldığımda içeride Mısra ile yaptıkları konuşmalara şahit olmak beni çok eğlendirir.
Mısra: O zaman tabloları nasıl yaptırıyoruz? Bu ölçülerde mi?
Öneş: British Museum of Art’ta tablolarda kullanılan paspartu ölçüsü de bu, bu tablolar da öyle olsun.
Ben: Ahahahahaaaaa çok iyi ya eheheheh insan bunu neden bilir ya? New York’taki Natural History Museum’da tarih öncesi çağlardan kalma mamut dışkısı fosili var. Ben de o kaç gram onu biliyorum ne haber ehehehe.
Öneş: ……………
Mısra: ……………
Ben: Ehehheheheh …………. Peki masama dönüyorum…
Bunu niye anlattım? Çünkü sevgili Boyut Yayın Grubu soyluları ilk “tükkan”larını açıyorlar. Ve fakat bu bildiğimiz dükkanlardan değil elbette. Çünkü British Museum of Art’ta dükkan mı var ki bizde olsun? Biz STORE açıyoruz!
Önce şikayetler;
Bir dükkan açılacağını öğrendiğim anda heyecan yapıp ben de gitmek istiyorum, ben de bakmak istiyorum diye taarruz üzerine taarruz tazelediğim halde, “inşaat devam ediyor”, “içeride ustalar var”, “üstün başın boya olur” gibi bahanelerle beni götürmüyorlar. Annem de böyle yapardı; “biraz daha büyü anlatıcam”, “sana güvenmediğimizden değil etraf bozuk”, “hem zaten sen sıkılırsın orada” gibi… Aynı kafa… Sonuçta hâlâ dükkana götürülmüş değilim.
Öte yandan dükkanda Anne Boyutu için özel alan istedim ve burada bizim broşürlerimiz olsun dedim, Öneş “bakarız” dedi ancak öğrendim ki bizim pembeli morlu logomuzla alakasız bir yer yapıyorlarmış. Ne kadar pahalı atlastı bilmemneydi dizmişler. Ahşaplar arasında, ısı vermeyen spotların ışığında, 3 aydır eğitimden geçen insanların sayfaları ellerinde eldivenle çevirerek tanıtacağı, kadife ve varak kaplı kitaplarını koymuşlar.
Yani senede bir kez Kraliçe Elizabeth İstanbul’a gelirse bize uğrayıp kitap alacak. Çünkü benim tezime göre bizim memlekette bu muameleyi hak edecek asilzade yok. Ha, Öneş ve Bülent bey gidip kendileri alışveriş yapacaklarsa uyar ama kime eldivenle ne anlattıracaklar, kaç kişi anlayacak? Yahu British Museum of Art’ta kaç kişi paspartu ölçüsünün ne olduğunu biliyor Türkiye’de?
Ben: Bildiğin hobi yeri yapmışsınız kendinize.
Öneş: İyi de sana ne ki? Sen niye rahatsız oluyosun?
Ben: Ben Anne Boyutu için alan istiyorum.
Öneş: Ne yapıcaksın?
Ben: Kendi yaptığım kitap ayraçlarını koyucam oraya. Ben Tahtakale’ye gittim, malzeme aldım, kitap ayracı yapıcam, sen sadece Anne Boyutu Sticker’ı yaptır üzerine, bunları orada sergiliycem satıcam. Hem bizim reklamımız olacak hem de gelirini Koruncuk Vakfı’na bağışlıycam.
Öneş: … Tahtakale’den? … Kendin yapıp? … Hani hapishanelerde yaparlar, bir şeyler örerler, boncuk falan dizerler satarlar onun gibi?
Ben: … Göreceksin orada en çok satan şey benim ayraçlar olacak!
Ayraçları yaptım. Örneklerimi aldım Öneş’e götürdüm. Yüzündeki acı ifadesini görmeliydiniz. Maun zeminde durması için getirdiğim, tabancasıyla yapıştırılmış kuzu figürlü ve boncuklu ayraçlarıma baktığındaki o ifadeyi görmeliydiniz. Hani bir fotoğrafını çekip yanlarından üç santime beş santim paspartu boşluğu bıraksak bildiğin “İnci küpeli kız”. Öyle derin, öyle anlamlı baktı yani…
Öneş: Şimdi şöyle olucak… Bu kadar uğraştın madem… Ben sana tamam “diycem” ve bunları dükkana gönderilmek üzere depoya yollıycam ve orada kaybolacaklar.
Ben: Niye ki? Kötü mü olmuş?
Öneş: Derya Baykal mısın sen? Yeni tribin bu mu?
Ben: Tanıtım yapıcam kendi tükkanımızda! Hayret bişi patron!
Belli ki iş başa düştü. Belli ki ayraç hususunda “Kültür Varlıkları ve Müzeler Müdürü” Sayın Öneş’e güvenmem mümkün değil. Öneş’in duruşu buysa Bülent Bey’e göstermeyi düşünmüyorum dahi! El yazması tuhaf büyük kitapları cam kutular içinde saklayan birine dondurma çubuğuna yapıştırılmış kuzu götürüp “bunu yaptım” demem söz konusu değil.
Vazgeçmek de bana yakışmaz…
O halde ihtilal yapmam gerekecek! Hiç kimseye haber vermeden, Meliha’yı alıp tükkanı basıcam. Sinsice ayraçlarıma yer bulucam. Tükkan personelini “bunlar buradan kalkarsa çocukların yararına satışı yapılacak ürünleri atan caniler olarak sosyal medyada rezil ederim” diye tehdit edicem.
Ve tüm olan biteni izleyebilmeniz için çekim ekibini de yanımda götürücem…
Madem bir tükkan açıldı, o tükkanın bir yerinde Anne Boyutu olmak zorunda…
Ya ayraçlar içeri girecek ya da ben üzerinde Anne Boyutu yazan bir tişörtle Meliha’yı tükkanın kapısına zincirliycem.
İki şıktan biri!