Merhaba sevgili okur. Bu yıl çocuğu üniversite sınavına girmiş sevgili okur, ilerleyen yıllarda üniversite sınavı krizi yaşayacak sevgili okur… Gel konuşalım.
Öncelikle bir yerlerden linkle gelip ilk kez benimle tanışan (hala varsa) ilk kez bir yazımı okuyan okur, bazı fikirlerim sana garip gelebilir, doğaldır, buradaki diğer okur ve ben çocuklarımız 1-2 yaşında olduğu yıllardan beri tanışıyor, yazışıyoruz. Ben kumhavuzu.com diye site yapmıştım, oğlumu bi ritm atölyesine götürmüştüm, deneyimlerimizi yazıyordum, çocuk üç-dört yaşındaydı falan. Çocuklarımız at kadar oldu üniversite sınavına hazırlanmaya başlayacaklar şimdi. Biz bu yolu birlikte aldık, bu yazı o yola göre yazılmıştır.
Öncelikle, canım benim, benim kendi okurum, iyi ki bakabileceğimiz kadar çocuk yapmışız değil mi? Evet belki “en büyük zenginlik evlat zenginliği” deyip her yıl bitane doğurmadık ama bak, şimdi ekmeğini yeme zamanı.
Bizim zamanımızda, annelerimiz babalarımız zamanında, herkesin hemen, hızla, mümkünse ilk seferde üniversite sınavı konusunu çözme zorunluluğu vardı. Kızlar hemen kendini bir yere atacaktı ki evlenmeye kalkmasınlar. Oğlanlar hemen kendilerini bir yere atacaklardı ki hemen askere gitsinler ve hemen iş bulsunlar. Dimi?
Hemen iş hayatına atılacaklardı çünkü evlenebilmek için okul-askerlik-iş olayını hızla aşmaları gerekiyordu.
Evlenmeleri gerekiyordu. İlla.
Fazla oyalanmadan evlenmeleri gerekiyor çünkü kızlar fazla oyalansa evde kalmış derlerdi, bir kusuru mu var acaba derlerdi. Oğlanlar fazla oyalansa ipsiz sapsız ondan derlerdi, kimse kız vermiyor derlerdi.
Çocuklar, gençler bu şemsiyelerin altında ezilerek yaşamadı mı?
Bir acele bir telaş…
Peki, sevgili okur, canım benim, şimdi böyle mi? Şimdi kaldır kafanı bu yazıdan ve evladına bak. Bak oturmuş orda telefonuyla oynuyor. Bir bak.
Bir an önce evlenmesi gerekiyor mu?
Var mı böyle bir derdin?
Bir an önce askere gitmesi şart mı?
Bir an önce iş hayatına atılıp evdeki kardeşlerini mi okutacak?
Bir an önce işe girip sana mı bakacak?
Acelen var mı?
Bak çocuğuna, öğrenciliğinin uzamasına mani bir durumunuz var mı?
Bu sene istediği bölümü kazanamadı diyelim. Bak istediği bir bölüm olduğunu varsayıyorum, kazanamadı diyelim, tekrar denemesinde ve gerekirse bir kez daha denemesinde ne mahsur var? Acelen ne? A ce len ne?
İstediği bölümü belirleyemedi diyelim, herhangi bir bölüme girip okuyup, ikinci sınıfa geldiğinde bu bana uymadı deyip, sınava tekrar girmeyi düşünebilir, ne var? Ne fark eder? Ne acelen var? İlk sene sanat tarihi okusa mesela ve dese ki yok ben spor akademisine gidicem… Ne farkeder? Yok ben İtalya’ya gidicem diyebilir, Fransa’ya, İngiltere’ye…
Bakabileceğimiz kadar yaptık ya sonuçta, elimizdeki, imkanlar kadar gücümüzün yettiğini yapmayacak mıyız günün sonunda?
Ne yapalım yani?
Çocuğa, bu hayatının dönüm noktasıymış gibi, bir tek şansı varmış gibi, hayat memat meselesiymiş gibi davranmaya gerek var mı? Ne oluyor? Bu ne telaş? Nereye yetişiyoruz?
Bak biz oğlumuzla şöyle konuştuk. Dedik ki; Oğlum, daha zaman var ama istediğin bölüm belli madem, kolay bir bölüm de değil pek, şöyle şeyler yapabiliriz:
– Denersin, şak diye girersin, hemen okula başlaman gerekmiyor, kaydını yaptıralım, parasını ödeyelim, ilk sene devamsızlıktan kal, boşver, git Fransa’ya üç ay kal, gez, takıl, ordan bin trene, Belçika’ya git, canın neresini istiyorsa git. Bir sene gez, sana açık çek. Keyfine bak, dön gel, öyle başla okula.
– Denersin, istediğin yer olmaz, isteğine yakın bir yere kayıt yaptırırsın, tekrar hazırlanırsın sınava, bir sonraki sene yine girersin, ne acelemiz var? Bir daha dene.
– Denersin, başlarsın, ters gelir, vazgeçebilirsin.
– Gidip Fransa’da okumak isteyebilirsin, gidebilirsin.
– Fransa’dayken koşullar ters gelebilir, dönebilirsin.
Bu opsiyonların hepsi açık. Hiçbir şey böyle kanla imzalanmış sözleşmeler gibi değil.
– istediğin kadar deneyebilirsin
– istediğin zaman fikrini değiştirebilirsin
Yahu bir tane çocuk, hayatı boyunca ne iş yapıp, nereden ekmek yiyeceğine 18 yaşında şak diye kanaat getiremeyebilir, istediği kadar deneyebilir, istediği kadar baştan başlayabilir, istediği zaman fikrini değiştirebilir. Ne yapalım yani?
Ne olacak? Hemen bir yere girip, bitirip, çalışmaya başlayıp bana mı bakacak? Ne o la cak? Ne acelemiz var?
Öğrencilik çok keyifli bir dönem değil mi? Bırakalım tadını çıkarsınlar, takılsınlar. Zaten saçma sapan insanlarla, faturalarla, iş hayatıyla boğuşacaklar, ne acelesi var? Ne telaşımız var?
“Aman iki ayaklarının üstünde dursunlar” biliyorum.
Dururlar sevgili okur, rahat ol. Zaten her şeyimiz onların değil mi? Bizim durduğumuzdan iyi dururlar.
Değişik bir dönemden geçiyoruz. Çok garip yıllara şahitlik ediyoruz. Biliyor muyuz bizim çocuklar sınava gireceği zaman kim bilir ne yaşanacak? Biliyor muydu bu sene giren çocuklar böyle bir hastalık döneminden geçileceğini? Bak ne oldu.
Bilmiyoruz bizim çocukları ne bekliyor. Sınavı kaldırıcaz diyebilirler, özel üniversitelerle ilgili değişik uygulamalar getirebilirler, sınav sayısı değişebilir, her şey olabilir. Bilmiyoruz.
O yüzden kasma sevgili okur, sakın kasma, gençlerin dediği gibi, “bi sal”…
Ve gereksiz telaş etme, ettirme.
Aklında tut, yıl 1982 değil. Acelemiz yok. Rahat ol.
Bu yıl çocuğu sınava giren tüm ailelere ve gençlere büyük geçmiş olsun diyorum. Sakın canınızı sıkmayın, limit yok ki, yine girersiniz, ne olacak? Ne o la cak?
Yav, ömürler geçip gidiyor, bu sınava da iki kere girin, ne o la cak?
İlerleyen yıllarda çocukları sınava hazırlanacak aileler, zaman dostumuz, düşmanımız değil. Seksenli yıllardaki gibi zamanla yarışmak zorunda değiliz. Acele yok. Cidden yok. Telaş yok. Hiçbir yere yetiştirmiyoruz çocukları.
Önce sağlık.
Bir sene önce, bir sene sonra ne fark eder?
Hiçbir okul, hiçbir bölüm, hiçbir sınav çocuklarımızın alnının kırıştığına değmez, kolay mı büyüttük? Elbette başarılı olmaları bizi her zaman gururlandırır. Olmak istedikleri yere vardıklarını görmek mutlu eder ama hiçbir acelemiz yok. Doğru zaman ne zamansa o zaman.
Canım oğlum, sen de sınav dönemi sakın kendini köşeye sıkışmış hissetme. Köşe yok. Kırar açarız o köşeyi, salona katarız bitanem benim.
Sağlıklı, mutlu, olaylara geniş geniş bakabildiğiniz bir hafta dilerim.
XXX
Not: Yazılarımla yeni tanışanlar için bu not (bu notu zaman zaman ekliyorum araya mecburen). Ben yazılarımı konuşma diliyle yazıyorum. Bu çok uzun yıllardır bu şekilde. Newsweek Türkiye’de köşe yazıyordum orada da böyleydi, Hürriyet’te yazıyordum orada da böyleydi, hep böyle oldu. Bu yeni bir durum değil siz benim yazılarımı yeni okumaya başladınız sadece. Bu sebeple “yapıcam değil yapacağım” diye bana düzeltme göndermekle uğraşmayınız, o benim için yaklaşık 17 senedir “yapıcam”.
DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:
www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com
Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server’lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç mehtap’lı adreste yazılarımı güncelliyorum)