Her anne gibi ben de çocuğum benden bir adım önde olsun, -eğer istiyorsa- benim yapamadığım şeyleri yapsın isterim. Bu sebeple de özellikle başarısız olduğum sporları ona denetiyorum. Ne yazık ki bu sporların başında da kayak geliyor. Malum Şubat tatili dolayısıyla kar olayına girdik biz de. Maksat Atahan’a atraksiyon olsun çünkü ben “kayma” hadisesine çok acıklı bir veda sundum uzun zaman önce.
O zamanlar 26 yaşındayım. Amerika’da, Rhode Island’da yaşıyoruz. Sarhan’ın ısrarı ile Connecticutt’da bir kayak merkezine gidiyoruz. Ben bir yerimi kırmaktan o kadar korkuyorum ki, olaya zaten uzak yaklaşıyorum. Sarhan kayarken ben de çocuklar için ayrılmış özel bölüme geçiyorum. Burada bir halat germişler, çocuklar halata tutunuyor. İpin ucunda bir makara var ve bu makaraya bağlı motor sayesinde ipe tutunan herkes ayağında kayaklarla yukarı çekiliyor. Zaten hafif bir tepe söz konusu, çok dik değil. Yukarı çıkan çocuk kendini salıp aşağıya kayıyor. Sonra tekrar ipe tutunup yukarı çıkıyor. Ben de tutunuyorum ipe, yamacın ortalarına doğru birden nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde düşüp sırtüstü dönüyorum. Bir müddet sırtüstü yukarı doğru sürükleniyorum. Bu arada ayağımda kayak olmadığını fark edip “o zaman ben niye buna tutundum?” diye düşünüyorum ama ipi de bırakmıyorum. (Bak böyle de kararlıyımdır sevgili okur.) Bir dakika kadar bu şekilde sırtüstü sürüklendikten sonra kendimi yüzüstü çevirip (kalkabileceğimi sandığımdan) bir müddet de böyle sürükleniyorum. Derken arkamdaki çocuk bana “led go of dı rob” diye bağırıyor. Çocuğu dinleyip ipi bırakıyorum ve bu kez kendimi aksiyon yıldızları gibi yan yuvarlayarak kenara atıyorum. Sonra emekleyerek yukarı çıkmaya çalışıyorum. Bir an durup düşünüyorum, “madem yukarı çıkacaktım ipi niye bıraktım?” Aşağıya inmeye karar veriyorum. Kıçımın üstünde oturarak kaymaya çalışıyorum ama birden kendi etrafımda dönüp – evet popo üstü ama arkam dönük- aşağıya doğru kaymaya başlıyorum. Bu arada kayakla kayan çocuklar yanımdan vızır vızır geçiyor. Kendimi, düzeltmeye çalışırken karınüstü , kollar önde aşağıya sürüklenmeye başlıyorum. Öyle de bir posizyon almışım ki, hani balıklama kara dalıcam sanki. En sonunda birisine çarparak durduğumda, Sarhan’ın utanç dolu bakışlarıyla karşılıyorum. “Napıyorsun?” diyor bana. Derken deminden beri beni izleyen insanlar ıslıklar eşliğinde beni alkışlıyorlar. Genç bir oğlan “yu ar faking avsım düd” diyor bana. Şimdi bu durumu sadece “utanç” kelimesiyle anlatmak mümkün değil sevgili okur. Orada utanmaktan çok daha fazla bir şey söz konusu.
Sarhan: Naaapıyorsun?
Ben: Kayacaktım ama olmadı
Sarhan: Kayakların nerde o zaman? …… Bana sen git ben kahve içicem dedin
Ben: Çocuklar ipe tutunup çıkıyordu, ben de çıkayım dedim
Sarhan: Çocukların ayağında kayak var
Ben: O detayı atlamışım evet
Sarhan: Detay?
Ben: Ya, zaten rezil oldum, popom da acıyo, sus nolur
Sarhan: Detay?
Ben: Yemişim kayağı! Kayakla herkes kayar! Ben sırtüstü, yüzüstü, kelebekleme gayet güzel kaydım
Özgüven böyle bir şey işte sevgili okur. Bugün hala ne esti de orada efendi efendi oturmuş kahvemi içerken, koşturarak gidip, kendimi canhıraş bir şekilde o halata attım bilmiyorum. Ama şunu biliyorum. Oğlum bundan iyisini yapsın isterim. O nedenle bu Şubat tatilinde de kayma ortamlarına patladık (Uludağ’a değil, Uludağ asla!). Önce bir açıklama yapayım, belki bu durum beni daha fazla anlamanız konusunda fayda sağlar. Annem çocukluğum ve hatta genç kızlığım esnasında bana sık sık “ettiğin kadar çek Mehtap” derdi. Ben de ona “nıhahahaa senin sütün karşı gelir, bedduan tutmaz” derdim. Bu noktada babam devreye girer bana “ettiğin kadar çek Mehtap” derdi. Bugün ne yaşıyorsam babam beni emzirmediği için yani.
Şimdi;oğlum hakikaten hareketli bir çocuktur ama sağlamcıdır da. Aklına yatmayan bir şeyi hayatta yaptıramazsın. Gittik ve piste iner inmez başladık;
Atahan: Kask vermeyecekler mi?
Ben: Yok yavrum kaska gerek yok. Bak hoca var yanında
Atahan: Ya kafam kırılırsa, kanarsa?
Hoca: Atahan merak etme, zaten önce çok basit işlerle başlıycaz, gel önce kayaklarımızı takalım
Atahan: Peki öğretmenim bişi sorcam. Ben buraya bir kayak bir baton, bir kayak bir baton yan yana koydum. Buna ne denir?
Hoca: Kayak takımı mı?
Atahan: Hayır örüntü! Bu örüntüyü ne bozar?
Kayma dersini birkaç saat sonraya erteledim ki kayak öğretmeni kendini toparlasın, oğlumu bir yardan falan itmeye kalkmasın. Sevgili okur, ailecek gitmişiz, Sarhan’dan başka kayan yok, yersiz bir masraf içindeyiz. Bari telesiyejle tepeye çıkalım, macera yaşayalım çocukla dedim. Plan; yukarı çıkıcaz, sonra yandan yandan yavaşça aşağıya inicez.
Ben: Atahan bak şuraya geldiğimizde kendimizi bırakıcaz, yumuşacık kara inicez
Atahan: Ben vazgeçtim
Ben: Nasıl yani?
Atahan: Ben inmiycem
Ben: Ama tamam demiştin, saçmalama! Ben üç diyince atlıycaz
Atahan: Hayır!
Ben: Atahan bak, biiir, ikkiiii
Atahan: …
Ben: Üüüüççççç
Atlamadık sevgili okur. “E nolucak şimdi? Kaldık mı burada? Bizi nasıl indirecekler buradan?” şeklinde yaşadığım paniği anlatamam. Önce, hiç karizmayı çizdirmeyeyim, böyle bir ileri bir geri “manzara da iyiymiş falan” diye dönelim dedim ama üşüyünce en son “ay bizi buradan bi alsanız” diye bağırırken hatırlıyorum kendimi. Anlayacağın sevgili okur, ben zaten kar kış sevmem, iyice nefret ettim. Ama kimselerden “eksik” kalmadık! Şubat tatilinde kayağa gittik mi? Gittik! Oğlum bizim evin önündeki bahçede, siteden arkadaşlarıyla poposunun altına torba koyup kayarken daha çok eğlendi ama olsun. “Havamız” eksik kalmadı!
sadece kahkaha atıyorum. karnıma ağrılar girdi gülmekten. yazdıklarını okuyorum ve sanki olayı film gibi izliyorum.