ÖLDÜRÜLEN AKADEMİSYENİMİZ VE EĞİTİM SİSTEMİ

Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öldürülen akademisyen Ceren Damar Şenel’in ardından belki de en çok düşünülmesi, tartışılması gereken meselemiz hızla geçildi gitti. Dilerdim ki üstünde daha fazla durulsun, enine boyuna düşünülsün, yeni yol haritaları üzerinde tartışılsın…  Heyhat! Hangi meselemizde halının altını kaldırıp bakıyorduk ki öğretmenlerini öldüren çocuklar meselesinin derinliklerine inecektik? Deveye demişlerdi neden boyun eğri deve de pis pis bakmıştı yine…

Şişirilmiş notlarla hak etmedikleri yerlere gelen öğrencilerden mi bahsedelim?

Çocuklara küçük yaşlardan itibaren kanıksatılmış, alıştırılmış ama gerçekle ilgisi olmayan, uydurulmuş, “yaşam boyu başarı” yalanından mı bahsedelim?

Bol kepçeden dağıtılan teşekkürlerden, takdirlerden mi bahsedelim?

Özel okulların uyduruk “bursluluk” sınavlarından ve her çocuğun bir “başarı bursu” alıyor olmasından mı bahsedelim?

Sadece test çözerek ve ezber yaparak yetişen gençlerin ders çalışmayı, not tutmayı, ders dinlemeyi öğrenemeden üniversite seviyesine gelmesinden mi bahsedelim?

Ders almadan bir dönem geçiremeyen, tüm öğrencilik hayatı boyunca okulla birlikte bir de etüd merkezine yazılmış, sürekli, yandan çarklı destekle, kendi kendine ders çalışmayı öğrenemeden üniversiteye başlayan, öğrencilikten bihaber öğrencilerden mi bahsedelim?

Efektif dinleme nedir? Öğretmen ders anlatırken nasıl dinlenir, nasıl not tutulur, sınava nasıl hazırlanılır bilmeyen çocuklardan mı bahsedelim?

Doğru düzgün ders çalışmadan yüksek not almaya alışmış çocukların üniversite düzeyinde bocalamasından mı bahsedelim?

Düşün sevgili okur; şişirilmiş notlarla, hak edilmemiş takdirlerle, son on yılda peydahlanmış kep giyme törenleriyle, nerden icap ettiği anlaşılamamış fıtı fıtı koleji başarı bursuyla, Türk okulu olduğu halde çocuk kendini yabancı okulda okuyor gibi hissetsin diye yapılan noel tatilleriyle çocuk bir yalana hapsoluyor. Bu ekstra notlar, çift karne uygulamalarıyla kendini bir üniversiteye atıyor. Tamam ama nasıl olacak? Hayatında dışardan ekstra ders almadan bir şey yapmamış ki? Ticaret hukuku dersine özel hoca mı arayacaksın? Ne olacak? Adam başlıyor okula ama üniversite seviyesinde olmasına rağmen aslında ilk kez okula başlıyor.

Özel hoca yok, etüd merkezi yok, kafadan 100-100-100 veren hocalar yok. Her meseleyi okula gelip kimi zaman tartışarak kimi zaman yalakalık yaparak çözen ebeveynler yok.

Çocuk-ders-öğretmen üçlüsü karşı karşıya kalıyor.

İlk kez.

Ve bocalıyor gençler.

Çünkü nasıl olabilir de ders çalışmak gerekebilir?

Nasıl olabilir de her ders için etüd merkezi olmaz?

Nasıl olabilir de kopya çektiği halde bu hasır altı edilmez, göz yumulmaz?

Nasıl olabilir de öğretmen öğrenciye hayır der?

Ne zaman olmuş ki o yaşa kadar?

Haklı olduğuna çok inanan, karşısındakinin “abarttığına”, “saçmaladığına”, “büyüttüğüne” hatta “haksızlık ettiğine” inanan genç…

İşte tam burada duralım…

Aile yapısına, soyo-kültürel geçmişine- alışkanlıklarına, ailesinden o zamana kadar aldığı terbiyeye ve öğrendiklerine, arkadaş çevresine, karakterine göre…

Bu durumda kalan genç kim olduğuna göre tepki verir.

Kimi okulu bırakır, kimi öğretmeni hakkında dedikodu yayar, kimi komple dersleri yayar atılır, kimi kendini toplar ve ders çalışmaya başlar, kimi gider öğretmeniyle kavga eder, kimi gider öldürür.

Ben bu hadiselerin herkesin hatalı olduğu hadiselerden olduğunu düşünüyorum. Toplum da, ailede de, kurumlar da, sistem de, birey de… Herkesin hataları var. Tüm bu hatalar silsilesi olayları buralara taşır. Üniversite seviyesinde bir genç bir insanın, hem de hukuk fakültesinde okuyan bir öğrencinin, hayatını hukuk dağıtarak kazanmayı planlayan bir bireyin, arkadaşlarının önüne hukuksuzca geçmeye çalışması ve buna tepki geldiği anda başka bir hukuksuzlukla “hak dağıtmaya” karar vermesi tek bir dinamikle açıklanamayacak kadar dehşet vericidir.

Diyeceksiniz ki üniversitelerin durumu çok mu şahane? Değil.

Derslere girmeyen öğretim görevlileri, sadece adı konmuş kendisi okul yolunu görmemiş, asistanlarla geçiştirilen dersler, ünvan almanın kolaylaştırılması, mısır pırtlağı gibi açılan özel üniversiteler, tanıdıklar vasıtasıyla bir yerlere gelen öğretim görevlileri, birbirlerinin tez konusunu çalmalar, copy-paste yapan doçentler, yabancı dil bilmeyen profesörler…

Bu ülkede akademisyen olmak da öğrenci olmak da hiç bu kadar kolay olmamıştı.

Ben bugün, diyelim çok vaktim var, her şeye yeniden başlayabilirim. Yeniden üniversite sınavına girip, ortalama bir çalışmayla istediğim bir başka bölüme girip, burayı bitirip, kariyerime bambaşka bir yön verebilirim. Diyelim zamanım var, sabrım var ve canım da istiyor her şeyi değiştirip baştan başlayabilirim. Meslek değiştirebilirim ve bunu okulunu okuyarak yapabilirim. Çok kolaylaştı artık.

O kadar kolaylaştı ki, bir tık zorlaşsa millet birbirini vurmaya başlıyor.

Şimdi diyeceksiniz ki, ne olacak?

Millete ne olacağı beni aşar, ben benim yazımı okuyan kitleden mesul hissediyorum kendimi.

Çocukları kolaycılığa alıştırmayacağız.

Hemen ders aldırmaya, hoca tutmaya yeltenmeyeceğiz.

Kendi kendilerine ders çalışmayı, öğretmeni dinlemeyi, dersi sınıfta öğrenmeyi, sınava hazırlanmayı anlatacağız, öğreteceğiz.

Notumuz düşmüşse kurtarma sınavı istemeyi, proje ödevi istemeyi, sözlüye kalkmayı istemeyi öğreteceğiz. Notu düşmüşse okula gidip hesap sormayacağız. Çocuğumuza diyeceğiz ki git öğretmenine sor de ki “Hocam, notum düşük geldi, yükseltmem gerekiyor, ne yapmam lazım? Ekstra ödev alabilir miyim? Proje alabilir miyim?” Okulu basıp “bu notlarla üniversite sınavında nasıl olacak, nasıl düşük not verirsiniz” diye okuldan sahtekarlık yapmasını talep etmek yerine çocuğumuza ders çalışmayı öğreteceğiz.

Çocuklarımıza şunu öğretmemiz lazım sevgili okur. Hayatta bazen bir şeyler ters gidebilir. Öğrenciyken de, iş hayatında da, evlendiğinde de…

Ders notları da düşebilir, işleri de bozulabilir, evliliği de yürümeyebilir, sağlığı da bozulabilir…

İnsanın hayatında ayağının takıldığı zamanlar olur. Önemli olan tekrar ayağa kalkacak gücü kendi içinde bulabilmesidir.

Notları mı düştü? Çalışacak, olmadı mı? Daha çok çalışacak! Gidip okulda delirmeyecek.

İşleri mi bozuldu başka işe geçecek. Kendini öldürmeyecek mesela. Ya da suç işlemeyecek.

Evliliği mi bozuldu? Herkes kendi yoluna o zaman diyecek. Alıp ceketini- çantasını çirkefleşmeden çıkacak evden. Ne kendi hayatını ne de karşısındakinin hayatını zindan etmeden.

Sağlığı mı bozuldu? Derin bir nefes alacak önce. Mücadele edecek. Bir başka doktora görünecek, moralini yüksek tutacak, hayata tutunacak.

Böyle insan yetiştirmemiz lazım.

Bunu onlara sahte başarılar satın alarak, her şeyleri önlerine sunarak, sürekli yandan iterek yapamayız. Olmaz. İmkanı yok.

Olmuyor da zaten görüyoruz.

Düzeltmek için bir şey yapıyor muyuz?

Deveye demişler deve boynun niye eğri deve demiş ki ‘benim boynum eğri olamaz, senin bakış açın bozuk, ben ilk onbinlik dilimdeyim’.

Birinin deveye o “onbinlik dilimi” çok ciddiye almamasını söylemesi lazım işte.

Hepimiz biliyoruz o onbine girilsin diye okullarda ne numaralar çekildiğini.

Önce kendimize dürüst olduğumuz, önce kendimizi dev aynasında değil gerçek aksimizle görebildiğimiz doğru günler dilerim.

 

DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:

www.mehtaperel.com 

www.mehtaperel.wordpress.com

www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com

Instagram:mehtaperel

Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server’lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç mehtap’lı adreste yazılarımı güncelliyorum)