MAKSİM’DEN LEĞENE NE ARA GELDİK?

Bu haftaki yazı konumuz aynı ülkeyi ya da kimliği paylaştığımız ama bazen aynı dünyayı paylaşamadığımız kişiler ve durumlara dair sevgili okur. Umarım gereksiz duyar kasıp buradan da bir “sosyal medya linçi” malzemesi çıkarmazsın. Çıkarırsan da ne ilk ne son olacak, yapabileceğim bir şey yok…

Berlin’e gezmeye gittiğimizde, şehirde bir noktadan diğer noktaya ulaşım için, gittiğimiz her yerde yaptığımız gibi metro, otobüs, tramvay kullanıyoruz, burada da otobüse bindik. Biraz trafik var, gidiyoruz duruyoruz falan… Berlin’in meydanına yakın bir yerlere gelmiştik ki otobüsteki tüm Almanlar sözleşmiş gibi başlarını diğer tarafa çevirdiler. Hatta gayet net hatırlıyorum, biz otobüste gidiyoruz ve herkesin  kafa tak diye sola döndü. Biz de sola baktık tabii, olağanüstü bir durum yok, ben ileri geri eğilerek neye baktıklarını görmeye çalışıyorum… O esnada Sarhan “Mehtap bakar mısın şuraya” dedi. Almanların baktığı yönün aksine, yani sağa… O tarafta büyük bir park alanı, yemyeşil böyle çayır çimen… Bizimkiler yığılmış, halılar, demlikler, mangallar, tüpler… Kartonla mangal yelleyen adamlar, leğen getirmişler leğenlerin içinde domates salatalık… Almanlar görmemek için diğer tarafa bakıyorlarmış, oradan geçerken hepsi kafayı bu görüntü yüzünden çeviriyormuş.

Böyle bir birbirleriyle konuşmadan bir arada yaptıkları toplu tepkiye şahitlik etmenin şaşkınlığını çok uzun süre unutmadık, hala anlattığımız bir şeydir konu geldiğinde.

Biz çok bozulmuş ve biraz da kızmıştık tabii ama bazen zaman geçiyor ve daha önce kızdığın bir şeyi anlayabiliyorsun…

Geçenlerde havanın nefis olduğu bir hafta sonu gezerken “Hadi Emirgan Korusuna gidelim” dedik. Ben en son genç kızken gitmiştim kız arkadaşlarımla, yıllar var yani. Aklımda kalan yemyeşil, tertemiz, sakin, nezih, kuş cıvıltıları, köşk vardı, cafe gibiydi, çay ve minik tatlı tuzlu karışık kurabiyeler… Nefisti, nezihti, zarifti, tarihiydi…

Vardığımızda tüm yeşil alana yayılmış, halı sermiş, örtü atmış insanlar. Yine mangal evet, mangal yelleyen insanlar ve duman ve saçma sapan kokular haliyle, çünkü kimi sucuk kimi köfte yapıyor, kokuyor her yer. Torbalar, torbalar, torbalar. Herkes elinde torbalarla. Her yer torba. Kimileri torbaları ağaçların dallarına asmış, içleri dolu, tam olarak ne maksatla bilemiyorum, böcek girmesin falan diye mi acaba? Böcekten titizlenen insan niye o ortamda sofra kurmaya çabalar hiç bilemiyorum.  Kimileri halılara yayılmış, halıların ortasına portatif yer sofrası kuranlar, ayakkabıyı fora etmiş siyah çoraplı adamlar. Leğenle gezen kadınlar. Bakın bu çok enteresan gerçekten. Bildiğiniz büyük, yuvarlak leğenlerden bahsediyorum, içi sebze meyve dolu. Laleler var, laleleri koparıp resmini çeken insanlar… Laleyi koparmış, elinde tutarak fotoğraf çekiyor, nasıl kıyabiliyor?

Bildiğin Berlin Parkı…

İnsan gittiği yerde acıkma ihtimaline karşı yanına bisküvi, kuruyemiş, kilitli poşette kesilmiş meyve, minik yoğurt vs. alabilir de bu insanlar bildiğin öğün yapıyor, bildiğiniz sofra, yemek… Ve bu da böyle leğen, plastik poşet falan şeklinde yani saklama kabı, kağıt tabak ne bileyim hani çok şekilci gibi olacak ama hasır piknik sepeti durumu değil… Bir fena ki görüntü, dağınıklık, kokular, curcuna…

Ben gençken, yani daha eski tarihte yani… Yani… Yani yıllar geçtikçe ilerliyoruz ya, öyledir ya hani… Daha önceki yıllarda, daha geriyken böyle bir yol yordam bilmezlik yoktu da, aradan yıllar geçti ve evrildik ve geliştik ve yenilendik ve öğrendik ve daha çok okuduk ve daha çok gezdik ve daha çok gördük de o zaman neden leğen? Bir insan gezmeye neden leğenle gider?

Bu kadınları biliyorum ben. Bu kadınların kesin instagramda “sunumcu fıtıfıtı” sayfaları vardır ve kesin sigara böreğine bile pembe kurdela sarmışlardır da bu leğen ne o zaman işte?

Bak sevgili okur, burada kastettiğim para pul değil. Bunun parayla ilgisi yok. Hepimiz biliyoruz, ucuzcu dükkanlardan, pazarlardan veya çarşıdan taksitle veya her ne ise, uygun fiyata bi saklama kabı almayı becerebiliyoruz değil mi? O yüzden şimdi hiç halk dalkavukluğunun, hiç “toplum yalakalığının” manası yok. Leğen nedir leğen? İstanbul’un göbeğinde leğenle gezmeye gitmek nedir? Berlin mi burası?

Görgü diye bir şey yok mu? İnsan bir minik kilitli buzdolabı poşetine biraz kuruyemiş koyar, yanına da su alır bitti gitti. Ne oluyor? Hadi illa semerimizle yiyeceğiz çünkü böyle bir sokakta yerlerde yemek yiyerek eğlenme anlayışımız var, bunu da daha şık bir şekilde yapmak mümkün değil mi? Ve etrafı kokutmadan? Ve her yere torba asmadan? Etrafı, çevreyi mahvetmeden yapmak imkanı yok mudur? Nasıl içinize siniyor?

Yani kocam bana dese ki “hadi gezmeye gidiyoruz” ve sonra halı katlayıp leğen doldurmaya başlasa (Sarhan’ı da hiç düşünemedim şimdi öyle) nutkum falan tutulur, ne yapacağımı bilemem. Bakın bunu üstten bakmacı bir manada söylemiyorum (ne dersem diyeyim üstten bakar gibi oluyor ama) ben sıradan bir piknik halini anlatmıyorum, insanlar salonu ve mutfağı komple oraya taşımış gibi bir ortam diyorum. Böyle iki tane saklama kabında minik sandviç ve meyve suyu, biraz erik biraz kiraz değil bildiğiniz otağı kurulmuş gibi.

Böyle bir görüntü kirliliği, böyle bir curcuna olamaz o güzelim yer ne hale gelmiş inanamadım.

Geçen bizim gölete indim haftasonu, akşam. Yürüyüş yaptım dönerken büfeden su alıcam, adamın biri büfeciye diyor ki “neden çekirdek satmıyosun çekirdek satsan yok satar” illa zıkkımlanacak! İlla orda iki tane kuğu seyrederken çekirdek çitleyecek, sadece duramıyor illa yiyecek!

“Onu da evinizde yiyip gelin artık. Biz hafta içi de buradayız, ortalık batmasın yazık günah, çekirdeğinizi de evinizde yiyip gelin” dedim. Bir şey demedi.

Gelmişsin buraya, akşam, gölet, kuşlar, ördekler, su kaplumbağaları, kuğular… Neden çekirdek peşindesin? Biz tartan zeminde yürüyoruz ya, bunların bir üst modeli çekirdeğini yanında getirip tartan zeminde çekirdek yiyerek volta atıp bizi izliyor. Çünkü öyle biz de az bulunuyoruz. Ördekler, su kaplumbağaları, biz… Çekirdek çitleyip, mangal yelleyip bizi izleyerek köfte, sucuk, kanat yiyorlar…

Bu şehir bu halde değildi.

Ne oldu?

Neden ileri değil geri gidiyoruz?

Neden gelişime, güzelleşmeye, zarifleşmeye, medenileşmeye, şıklaşmaya doğru değil bambaşka bir şeye doğru bir gidiş var? Tango ne oldu? Armonika ne oldu? Caddebostan Maksim’den leğene ne ara geldik? Neden?

Ben kendi adıma yaşam standardımın ve alışkanlıklarımın böyle bir hale gelmesini reddediyorum! Ben hiçbir zaman gezmeye leğenle gitmiycem, benim çocuğum böyle bir alışkanlık geliştirmeyecek. Yanıma alırım biraz kiraz, birkaç elma, onları da kilitli poşete koyarım bir de su. Çöpümü de ortada bırakmam. Etrafı da kokutmam. Bu ne ya…

Bu parayla pulla ilgili bir konu değil bu tamamen görgü meselesi sevgili okur. Adam on kilo et pişiriyor orda ben diyorum ki neden 6 liralık protein bar almıyorsun yanına da yelleye yelleye on kilo et pişiriyosun parkın ortasında!

Görgü çıtanı yukarda tut! Çıtanı indirme. Her şeyin bir adabı var, kendine ne yakıştırdığını iyi seç. Üzgünüm bu ara bu pirim yapıyor olabilir, ben de bu yazıdan dolayı linç yiyebilirim ama sen beni dinle sevgili okur. Homini homini yemeden, ortalığı batırmadan, ağaçlara torba asmadan, yerleri çekirdek yapmadan, koku ve görüntü kirliliği yaratmadan da gezmek eğlenmek mümkün.

Temiz, şık ve medeni bir hafta dilerim.