Seksenli yılların başlarıydı sanırım. Ben yeni yeni büyüyordum ve “büyükleri ilgilendiren” haberlerden ufak ufak bilgi sahibi olmaya başlamıştım.
İyi kalpli, iyi huylu, iyi niyetli, iyi ahlaklı insan olmanın eğitimle, yaşla, yaptığın işle, gelirinle, sosyal statünle ilgili olmadığını bu dönem anlamıştım.
O dönem “karısını döven profesör” haberlerinin manşetlere şaşkınlıklarla taşındığı dönemdi. Herkesin “aaa adam profesörmüş ve karısını mı dövüyormuş” ya da “aaa kadın profesör olmuş ama dayak mı yiyormuş” haberlerini kulaktan kulağa paylaştığı dönemler… Anladık ki kim olduğun, ne iş yaptığın, ne kadar kazandığın, ne okuduğun, nerede yaşadığın bir şey, nasıl bir insan olduğun başka bir şey…
Anladık ki genetiği yenemezsin, neysen o sun.
Bu hiç sevmediğim şiddet örneğini al sevgili okur, şiddeti koy kenara ve genelle… Her şeyde durum bu değil mi?
İyi okullarda okumuş, düzgün bir işi olan, belli bir yaşam standardında, aklı başında ve iyi niyetli olabileceğini sandığın herhangi biri dünyanın en kalitesiz, en varoş, en terbiyesiz, en dedikoducu, en kıskanç ve/veya en kötü niyetli, en haset, en edepsiz insanı çıkıveriyor ve böyle kalakalıyorsun. Bu ne yazık ki benim sıklıkla yaşadığım bir şey. İnsan kalitesi (insanın kendi kalitesi) çok düşük ve kendisine eklediği bir takım uygulamalar (okul/iş/spor) onun varoşluğundan bir şey eksiltmiyor. Böyle avam, basit, ağzı bozuk, berbat bir insan olarak kalmış. Olmamış.
Öte yandan bi bakıyorsun eğitim için o kadar zaman ayıramamış, öyle kocaman işlerde de çalışmamış, kendi halinde bir hayatı olan bir insan, bi İNSAN çıkıyor… Vay arkadaş, bi insan çıkıyor… Şöyle bir tutuyor elinden sıkı sıkı. Böyle kalakalıyorsun.
Son dönemlerde bir kez daha anladım ki insanlara karşı olumlu ya da olumsuz önyargılı olmamak lazım. Kimse için ne “adam değildir bu” ne de “aa düzgün insandır bu” dememek lazım peşinen. Dememek lazım çünkü sebebini tam kestiremediğim bir şekilde sosyal yapı çorba olmuş, kimin ne olduğu belli değil, en ummayacağın insan varoşun dibi çıkarken belki de pek ihtimal vermeyeceğin biri insanlığın kitabını yazıyor.
Hiçbir şey, hiç kimse dışarıdan göründüğü gibi değil.
İnsan kalitesi (insanın kendi kalitesi) fena durumda.
İNSAN diyeceğimiz canlı ürettiğiyle, yarattığıyla, oluşturduğu katma değerle, okuduğu kitapla, yazdığı yazıyla, işinde ahlaklı olmakla, sosyal hayatında olsun iş yaşamında olsun adaletli olmakla, topluma geri döndürdüğüyle, ürettiğiyle anılmak, bilinmek, tanınmak istemeli doğru mu? Kötü alışkanlıkların olmamasıyla ya da bırakabilmekle, yalan konuşmamakla, kibar olmakla, yardımsever olmakla falan ilgilenmek lazım değil mi?
Genelin böyle olması lazım yani…
Oysa genele bakıyorsun, satın aldığı araba, koluna taktığı çanta, et yemeğe gittiği lokanta… Parayı basan herkesin/hepimizin ulaşabildiği, yaptığı/yapabildiği şeyleri ayrıcalık gibi taşımaya çalışan avam bir güruh.
Bakıyosun mesela, dersin ki bu insanın değer yargıları, öncelikleri, katsayısı başkadır… Değil sevgili okur, hiç düşündüğün gibi değil.
Öte yandan başka bir yaşamdan başka biri bir efendilik, bir zariflik içinde yaklaşıyor bir duruma, kendi şaşkınlığından utanıyorsun.
İnsaniyetinden, zarafetinden, iyi niyetinden, temiz kalpliliğinden, kalitesinden memnun kalmadığınız insanları gerektiğinden fazla tutmayın. Hepimizin yolu kesişiyor ama gereğinden fazla zaman kaybetmeyin. Yaşam alanınızı kirletmeyin. Oksijensiz kalmayın.
Hayat çok kısa sevgili okur, her şeyin sonu var.
Zamanınızı güzel insanlarla harcayın.
Enerjinizi güzel insanlar için harcayın.
Mutlu ve temiz bir hafta dilerim.