MEHTAP, MEHTAP OLALI
Böyle çile çekmedi!
Frankfurt Yayıncılar Fuarı, dünyanın en büyük yayıncılık fuarı kabul ediliyor. Ben ilk kez katıldım ve cidden… BÜYÜK… Bir yerinden diğer yerine gidebilmek için içerde otobüse biniyorsanız orası büyüktür arkadaşım…
Fuar enteresan bir tecrübe oldu benim için. Dünyanın dört bir yerinden gelen yayıncılarla tanışmak, onların kitaplarını görmek, bizim kitapları göstermek…
Mesela ben Boyut’un yurt dışında ne kadar prestijli olduğunu bilmiyordum. Özellikle koleksiyon kitapları (hani benim sürekli hayretle bahsettiğim) ve bu kitapları çıkaracak kadar cesur bir yayınevi (tüm dünya online porno izlerken Kitab-ı Cihannüma yapmak gibi) en büyük yayıncıların bile bizim patronlar karşısında saygıyla eğilmesine sebep oluyor ki Boyut’ta çalıştığım için cidden gurur duydum orada.
Öneş’le fotoğraf çektirmeye çalışan sanat tarihi öğrencileri, Bülent Bey’den imza almaya çalışan arkeoloji profesörlerini bir kenara bırakacak olursak…
Kardeşim Mehtap Mehtap olalı böyle çile çekmedi…
Boyut’un bütün büyüklerinin katıldığı bu fuarda bendeniz gerçekten “fasulyeden” oyuna katılmış gibiydim. Elimden geldiğince hızlı bir şekilde oyuna adapte olmaya çalıştım ama henüz ikinci günün sabahında;
Ben: Ben sana ne yaptım da sen bana bunu yaptın patron?
Öneş: Ne yaptım ben sana?
Ben: Ayaklarımı hissetmiyorum yürümekten (ayakkabılarımı çıkarıp) bak çorabım falan kaçtı
Öneş: Görmek istemiyorum böyle şeyler… Sanat Holüne gidiyorum şuan…
Ben: Bu da sanat hem de ne sanat. Hem NÜ hem GROTESK, ayaklarım şişti ya, ağlıycam
Öneş: Görmek istemiyorum.
Akşam yemeğe gittik. Tüm patronaj ve bizim hat kitabını çıkarttığımız Emin Barın’ın oğlu olan beyefendi, onun oğlu vs…
Yani nedir? Bütün gün bitmişsin, yemek yiyip hani bir strip kulübe gidilir falan (benim planım buydu yani) ama içimi öldürdüler yemin ederim.
Bir mozarella peyniri üzerine kaç saat konuşabilinir sizce?
Eğer İtalya’nın hangi köyünden hangi otla büyütülmüş hangi dananın sütünün nerde işlenirse daha iyi peynir olacağını biliyorsanız bir tabak mozarellaya bakıp 1 saat 25 dakika konuşabiliyorsunuz. (LAR).
Bilmiyorsanız (benim gibi) ilk 25 dakikanın sonunda “nasıl ya?” oluyor ikinci 25 dakikada kafanızı önünüzdeki mozarellaya sokup kendinizi boğarak öldürmek istiyorsunuz.
Ben: Ben yarın akşam yemeğe gelmesem?
Öneş: Hayır geleceksin! İş yemeği!
Ben: …
Öneş: Hani anneler babalar arkadaşlarıyla dışarı çıkarlar. Çocuklar masada bir zaman sonra sıkılmaya başlar. Ne konuşulduğunu da anlamaz… Durumun o di mi?… Sandalyeleri birleştiricem sana şimdi burada uyuyacaksın.
Ben: Otele gidip yıkanıp yatmak istiyorum.
Öneş: Yıkanmak! Napıcaksın? Hani saatlerce duşun altında dururlar filmde… Su akar… Kendilerine gelmeye çalışırlar… Sonra diğer sahne… Kurban küvette yerde oturuyordur… Duş akar… Diğer sahne aynanın karşısındadır… Saçlarını geri tarar.
Ben: Tecavüz mağdurları gibi di mi?… Ama saçlarımı arkaya taramak bana yakışmıyor
Öneş: Yarın da geleceksin
Ben: Niye yapıyosun bunu bana?
Öneş: Sen bana gizli kamera yaparken iyi miydi?
Ben: Hiiiiii! İntikam yani!!! Var ya!!!!!! Patron nasıl fenasın!!! Hiç anlamadan çarpıyosun adama ya!!!!!!
Öneş: Sen daha dur!
Pantolon ve topuklu ayakkabıyla başladığım fuar maceram kot ve spor ayakkabıyla son buldu. Döndüğümde her zaman manikür pedikürümü yapan Sevda “bu ne hal ayak değil toynak” dedi. Yaşadım ben bunları… Evet…
Bir şeyler öğrendim mi? Elbette! Çok şey öğrendim. İyi oldu mu? O an ıstırap çektiysem de döndüğümde iyi ki gittim dedim. Kendi içinde eğlenceli bir tarafı vardı. Mesela Mısrayla vakit geçirmek çok eğlenceliymiş bunu öğrendiğim için sevindim sanki yeni bir arkadaşım olmuş gibi hissediyorum ve bu duygu hoşuma gitti. Sonuçta yayıncılıkta olan birinin Frankfurt Kitap Fuarı neymiş bilmesi gerekir ve ben biliyorum. İyi mozarella gerçekten çok lezzetli olabiliyor çünkü son akşam yedim ve cidden hayret ettim burada yediklerim gibi değildi. Böyle sütün içinde enfes bir şeydi.
Daha önemlisi patronlarımı gerçekten sevdiğimi fark ettim. Çünkü bana yaptığı her şeye rağmen (perişan etti ya) karşıdan karşıya geçerken Öneş’in ezilmeyeyim diye beni çekip itmesi, “al bunun tadına bak” diye bişiler vermesi hoştu. İyi bir adam gerçekten. Ama muhtemelen kızıyla iş gezisine çıksa benimle yorulduğundan daha az yorulacaktı. Kızı sürekli “yoruldum, acıktım, üşüdüm, ıslandım” yapmazdı.
Ancak ben yoruldum, acıktım, üşüdüm, ıslandım…
Ve siz beni tanırsınız…
Sıra bana geçti…