Sabaha karşı saat: 04:00 Pınar (Reyhan) Pınar Eslek ve ben aramızda mesajlaşıyoruz. “Kalktın mı? Uyandın mı? Kalk!” Ankara’ya gidiyoruz sabahın köründe çünkü erken saat’te Sağlık Bakanı Recep Akdağ ile toplantımız var.
Konu prematüre bebeklerin annelerinin daha fazla doğum izni kullanmasına dair başlattığımız www.annemiistiyorum.com kampanyası.
Tüm imzalar basılmış, annemi istiyorum logolu t-shirt ve yaka kartları hazırlanmış, 2 metre uzunluğunda rool-up’lar yaptırılmış. Hazırız! Bu işi bağlayacağız.
Otele girmemizle hadise çıkarmam bir oldu (gerginiz).
Beni tanıyorsunuz şımarık bir insan değilim ama acelemiz varsa ve bir iş yapıyorsak gerçekten çekilmez bir insan oluyorum.
Bir saat içinde odaya yerleşmemiz, saçlarımıza fön çektirmemiz ve Hürriyet binasına gidip Ankara Hürriyet’ten Meltem (Özgenç) ile buluşmamız gerekiyorsa, ben resepsiyonla sanki Barack Obama’ymışım ve Türkiye’yi satın almaya gelmişim gibi konuşuyorum.
Garip olan benim bunu yapmam değil bu davranış şeklinin işe yaraması. Çünkü bunu bana yapsalar ne diyeceğim belli; “Sen gelsene benle iki dakika dışarı!”
Ben: Kuaförden üç kişilik yer ayırtalım.
Resepsiyon: Bakalım arkadaşlar yerinde mi?
Ben: Biz 10 dakika sonra 3 kişi kuaföre iniyoruz. Hallet!
Resepsiyon: Peki efendim! Merak etmeyin.
Pınar R. (kısık sesle): Ruh hastası!
Bakanlığa girerken elimizden geldiğince normal davranmaya çalışıyoruz.
Meltem (Özgenç) herkesi tanıyor, selamlaşarak konuşarak ilerliyor. Biz de peşi sıra elimizden geldiğince “protokol” takılarak Meltem’i takip ediyoruz.
Bakan Recep Akdağ, bizi olağanüstü bir nezaketle karşılıyor. Bundan sonra yapılacak tüm çalışmalardan haberdar edilecek ekip olduğumuzu yardımcılarına söylüyor.
Herkes kartlarımızı alıyor, hem iş hem özel numaralarımız kaydediliyor. O kadar kibar o kadar zarif ki herkes, biraz sersemlemiş şekilde izliyoruz olan biteni.
O kadar mutluyuz ki Sağlık Bakanlığı’nın desteğini aldığımız için, orada kaşla göz arasında bu habere ne kadar sevineceğinizi konuşuyoruz.
Size mahcup olmadığımız için, size elimizden geleni yaptığımızı söyleyebileceğimiz için sevindirik olmuş vaziyetteyiz.
Bakan Akdağ, bizi başka bir yere daha yönlendiriyor. Danışmanlar ve özel kalemlerden oluşan ekip, hemen ilgili yeri arayıp bizim oraya gideceğimizi söylüyor.
Klasik bir İstanbullu olarak tüm bu ‘daire başkanlıkları’ hakkında fazla bilgi sahibi değilim. Aklımdan “Nereye gidiyoruz, o kim, ne iş yapıyor?” gibi sorular geçiyor.
İçime doğmasını beklemektense tüm bu organizasyonu yapan kişinin yanına gidip “Biz kimle görüşmeye gidiyoruz şimdi? Ne şekilde yardımcı olacak kampanyamıza?” diye soruyorum.
O esnada Bakan Akdağ, bundan sonraki diğer kampanyalarda da bizim ekibimizle çalışılacağını, birlikte aileler ve çocuklar için çok büyük işler yapabileceğimizi, bize tam destek vereceklerini söylüyor.
Samimiyetimiz bu kadar hissedilmiş olabilir mi? Orada sadece anneler ve bebekleri için olduğumuz, başka hiçbir derdimiz olmadığı bu kadar net mi yani?
Bu kadar kısa sürede koskoca Sağlık Bakanı’na “Bu ekibe diğer sosyal sorumluluk çalışmalarımızla ilgili tüm bilgiler geçilsin” talimatı verdirecek kadar hem profesyonel hem de iyi niyetli hem çalışkan hem zeki hem de temiz olduğumuzu fark ettirmiş olabilir miyiz?
İçerdeki herkes “Hemen Sayın Bakanım!” diyor. Bize kartlar, numaralar veriliyor. Kimlere nasıl ulaşabileceğimiz anlatılıyor.
Kocaman makam odasında, o kalabalığın içinde…
Biz, üçümüz, üç kadın…
Yan yana oturmuşuz…
Gülümseyerek birbirimize bakıyoruz.
Yapmak istediğimiz o kadar çok şey var ki. 2011 iş planımız, yeni başlatacağımız sosyal sorumluluk projelerimiz, tüm başlıklar aklımızda…
Birbirimize bakıyoruz, heyecanla, gülümseyerek…
Ben, Pınar ve Pınar E.’e doğru ilerlerken korkunç bir gürültüyle aramızdaki kahve sehpasına giriyorum. Sehpa yerinden fırlıyor, sehpanın üzeri allak bullak…
Ben: “Aaahh diziimm” diyorum…
Pınar R: Gözlerini kapatıyor…
Pınar E: Elini ağzına götürüyor, zaten kocaman olan gözleri iki katı açılmış…
Ben: Ehehehe, üstüme yok di mi? Ehehe. Burada bile yaptım yapacağımı ehihehe
Hep birlikte gülüyoruz. İçimiz rahat, vicdanımız rahat.
Çok denenmiş, bazen –reklam yapmak- gibi ucuz amaçlara bile alet edilmiş bir konuya “Bunu biz yaparız” deyip girdik.
Tüm Hürriyet Aile ekibi olarak deli gibi çalıştık, ne gerekiyorsa yaptık, dişimizi tırnağımıza taktık. Bizi tanıyorsunuz. Biz politik bağlantıları olan, ajandaları olan kadınlar değiliz.
Sizi arkamıza aldık sadece ve sizinle gittik oraya. Sizinle gittiğimiz için böyle karşılandık.
Bugün gönül rahatlığıyla şunu söyleyebiliriz artık:
“Prematüre bebeklerin annelerinin daha fazla doğum izni kullanması gerekiyor” dedik.
“Çünkü prematüre bebekler zamanlarının büyük kısmını kuvözde geçiriyor” dedik.
“Bebekler kuvözden çıktıktan sonra anneleri işe dönüyor” dedik.
“Bu bebeklerin anne sütüne ve ilgisine daha çok ihtiyacı var” dedik.
“Bu bebeklerin bakımı çok masraflı, ailelerine maddi manevi destek olunmalı” dedik.
Size “Bizimle misiniz?” dedik.
Siz her zamanki gibi bize güvendiniz.
Her zamanki gibi bize okur değil, dost oldunuz.
Biz, yaklaşık bir buçuk milyon kişilik bir aileyiz.
Biz yaklaşık bir buçuk milyon kişilik bir ekibiz.
Siz bize “Arkanızdayız, siz yürüyün!” dediniz.
Sağlık Bakanımız Recep Akdağ, kampanyamızı sahiplendi. Konuyu çalışıp, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na Sağlık Bakanlı’ğı sunacak.
Bakan Akdağ, bizimle birlikte bu işi oldurmak için ne gerekiyorsa yapacak.
Bu bizim değil sizin başarınız.
Bunu biz yapmadık siz yaptınız.
Çünkü siz doğru ekibi destekliyor, doğru insanların arkasında duruyor, doğru takıma inanıyorsunuz.
Ucuz kahramanlıkların, halk dalkavukluğunun peşine takılmıyorsunuz.
Siz bizim arkamızda oldukça bizim yapamayacağımız şey yok.
Bu sebeple sevgili dostlar, arkadaşlar…
ANNEMİ İSTİYORUM KAMPANYASINDAKİ BAŞARINIZDAN DOLAYI
BİZ SİZE TEŞEKKÜR EDERİZ.